Atatürk'ün Bir Şam Hatırası
ATATÜRK'ÜN
BİR ŞAM HATIRASI Vakit sabaha yaklaşıyor,
ATA şöyle bir vak'a anlattılar:
Kendileri Şam'da
genç bir kurmay, gece geç vakitlere kadar eğleniyorlar, fakat zamanında vazifelerinin
başında bulunuyorlar. Kendisini çekemeyenlerden biri, onu Müşîre şikayet eder.
Müşîr, yakından tanıdığı ve vazifesine bağlılığını bildiği Mustafa Kemal hakkında
yapılan bu ihbar üzerine, ihbârı yapan zatı da yanına alarak, tam iş saatinin
başladığı sırada, çalışma odasına gelir. O, M. kemal biraz önce vazifesi başına
gelmiş ve işine büyük bir dikkat ve itina ile başlamış. Pek mühim bir askerî
harekâtın plânlarını hazırlamakla meşgul.
Müşîr, yanındaki
muhbire dönerek:
- Keşke zatıaliniz
de böyle çalışıp muvaffakiyet gösterseniz de değil geceleri, hatta bazı günler
bile eğlenseniz, diyor.
Bu olay bana babam
Dr. Ali Yaver Ataman'ın bize anlattığı bir olayı hatırlattı. Tıbbiyeden yeni
çıkmış, Şam'a tayin edilmiş. Bir gün gazinoda arkadaşlarıyla içip dertleşiyorlar,
bu arada, yüksek sesle padişahın aleyhinde de atıp tutuyorlar. Bu sırada, Kolağası
(eskinin yüzbaşı ile binbaşı arası bir rütbe) rütbesinde genç bir kurmay, bulundukları
masaya doğru gelir. bunlar da hemen aynı rütbede:
- Eyvah diyorlar,
bir hafiye... Suspus oluyorlar. Genç kurmay yanlarına yaklaşıyor:
- Ne konuşuyordunuz
arkadaşlar, neden sustunuz.
- Bir şey konuşmuyorduk,
dertleşiyorduk.
- Yok yok birşeyler
konuşuyordunuz. Padişahımızın aleyhine konuşuyordunuz değil mi?
- Genç doktorlar
birbirlerine bakışıyorlar. Genç kurmay bir kahkaha atıyor:
- Korkmayın...
Korkmayın diyon, benden de fazlasıyla
Genç kurmay kolağasını,
masalarına davet ediyorlar. Bu genç kurmayın adı Mustafa Kemal'dir.
Aradan uzun yıllar
geçmiştir. ATATÜRK şapka inkılabının ilk uğrak yeri olan Kastamonu'ya gelmiştir.
Karşılayanlar arasında Safranbolu fırka reisi Dr. Ali Yaver bey de vardır.
Büyük önder nutkunu
söyler, fırka binasında, istirahat sırasında gözü babama takılır.
- Sizi bir yerden
tanır gibiyim beyefendi. Ve cevap beklemeden:
- Galiba Şam'da
karşılaşmıştık... ATATÜRK'ün hafıza kudretini gösteren ilginç bir örnektir.
Ankara'da hummalı
bir hazırlık var. Evkaf Oteli (Ankara Palas) hazırlanıyor. Riyâseticumhur musıki
heyetine frak, smokin dikiliyor. Dost ve kardeş Afgan milletinin kralı ve kraliçesi
Ankara'yı ziyaret edecekler.
Bizim fasıl takımına
Afgan milli marşının notasını dağıttılar, icâbında milli marşları biz de çalacağız.
Afganlıların hüseyni makamında fakat bizim musıki kaidelerine uymayan bir milli
marşları var.
Tren geldi. Önce
kral ve takiben kraliçe, nedimesinin refakatinde trenden indiler. Büyük ATATÜRK
misafirlerini karşıladı. Bütün Ankara halkı istasyonu doldurmuş, alkış... alkış...
alkış...
Kral, büyük bir
hörmetle eğildi ve ATA'nın elini öptü. Kraliçeyi ve maiyet erkânını tanıttı.
Kralın maiyetini
teşkil eden zevatın isimlerinin başında birer Şîr kelimesi var. Şîr Ahmet Han,
Şîr Mehmet Han gibi. Fakat içlerinde Aslan'a benzeyen bulunmadığı gibi, çoğu
da zayıf naif delikanlılar. (Şîr, Farsça Aslan demektir).
Misafirlerin Ankara'ya
geldikleri günün gecesi, Ankara palasta büyük bir ziyâfet var. Bu ziyâfete biz
de fasıl heyeti olarak iştirak ediyoruz.
Tayin edilen saatte
otele gittik. Gayet büyük bir sofra kurulmuş, protokola dahil bütün zevatın
yerleri hazırlanmış, davetliler birer birer geliyorlar.
Bize tenbih ettiler.
ATATÜRK salonun kapısından girince, İstiklâl marşımızı, kral gelince de Afgan
Milli marşını çalacağız.
Vakit yaklaşıyor.
Bu sırada ATA ile Kral beraber gelecekler diye bir söylenti çıktı. Eyvah...
dedik, iki marşı aynı zamanda çalmaya imkân olmadığından, hangisini daha önce
çalacağız? Şaşırdık, tanıdık birkaç zata sorduk, kimseden doğru bir cevap alamadık.
Bereket versin, bu sırada protokol umum müdürü rahmetli Saffet Ziya bey geldi,
tereddüdümüzü giderdi.
Biraz sonra ATA'mız
yanlarında İnönü olduğu halde teşrif ettiler. İstiklâl marşımız çalındı, ardından
da kral ve kraliçe salona girdiler.
Kral, arkasında
askerî üniforma giymiş. Kraliçe şâhâne beyaz bir tuvalet başında bir taç ve
üzerinde çok kıymetli mücevherler var. Hele tac'ın tam ortasında gayet büyük
bir pırlanta, sağa sola döndükçe projektör gibi parlıyor.
Ziyafet samimi
bir hava içinde devam ediyor. Nutuklar söylendi, kadehler boşaldı. Dikkat ettim,
kral sadece ayran içti ve pek az yemek yedi.
Cumhurbaşkanlığı
orkestrası, zaman zaman güzel eserler çalıyor. Biz sıramızı bekliyoruz. Bize
ayrılan sofrada yemek yemekle meşgulüz. Sofrada salamda var. Rahmetli Hafız
Mehmet bu selamlardan bir parça yemiş. Arkadaşlarımızdan muzipliğiyle tanınmış
ses sanatkârı Abdülhâlik, Hafız'ın salam yediğini görünce, kulağına eğilerek.
Bu yediğin domuz sucuğu idi, deyince, Hafız Mehmet'in telâş ve heyecanı bize
günlerce lâtife mevzuu olmuştu.