Ziraat
ATATÜRK DİYOR
Kİ!
ZİRAAT
Milletimiz çok
büyük elemler, mağlûbiyetler, facialar görmüştür. Bütün olanlardan sonra yine
bu topraklarda bulunuyorsa bunun temel sebebi şundandır: "Çünkü Türk çiftçisi
bir eliyle kılıcını kullanırken, diğer elindeki sapanla topraktan ayrılmadı.
Eğer milletimizin büyük ekseriyeti çiftçi olmasaydı biz bugün dünya yüzünde
bulunmayacaktır." 1923 (Atatürk'ün S.D. II, S. 117)
Türkiye'nin gerçek
sahibi ve efendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok
refah, mutluluk ve servete hak kazanmış ve lâyık olan köylüdür.
Efendiler! Milletimiz
çiftçidir. Milletin çiftçilikteki çalışmasını yeni ekonomik tedbirlerle son
hadde eriştirmeliyiz. Köylünün çalışmasının neticeleri ve verimleri kendi menfaati
lehine son hadde çıkarmak ekonomik siyasetimizin temel ruhudur. 1922 (Atatürk'ün
S.D. II, S. 219)
Türk köylüsünü
'Efendi' yerine getirmedikçe memleket ve millet yükselemez. (Mahmut Esat Bozkurt,
Yakınlarından Hatıralar S. 94)
Kılıç kullanan
kol yorulur, nihayet kılıcı kınına koyar ve belki kılıç o kında küflenmiye,
paslanmıya mahkûm olur. Fakat sapan kullanan kol gün geçtikçe daha ziyade kuvvetlenir
ve daha çok kuvvetlendikçe daha çok toprağa malik ve sahip olur. (1923)
Millî ekonominin
temeli ziraattir. Bunun içindirki, ziraatte kalkınmıya büyük önem vermekteyiz.
Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar, bu maksada erişmeyi
kolaylaştıracaktır.
Fakat, bu hayatî
işi, isabetle amacına ulaştırabilmek için, ilk önce ciddî etütlere dayalı bir
ziraat siyaseti tesbit etmek ve onun için de, her köylünün ve bütün vatandaşların
kolayca kavrıyabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak
lâzımdır. Bu siyaset ve rejimde, önemli yer alabilecek noktalar başlıca şunlar
olabilir:
Bir defa, memlekette
topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise, bir çiftçi
ailesini geçindirebilen toprağın, hiçbir sebep ve suretle, bölünmez bir mahiyet
alması. Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği,
arazinin bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus kesafetine ve toprak verim derecesine
göre sınırlandırmak lâzımdır. (1937)
Eğer milletimizin
çoğunluğu çiftçi olmasaydı, biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık. (Mart 1928)
Milletimiz çiftçidir.
Milletin çiftçilikteki emeklerini asrî, iktisadî tedbirlerle azamî haddine çıkarmalıyız.
Köylünün çalışmalarının netice ve semeresini kendi menfaati lehine azamî haddine
yükseltmek, istisadî siyasetimizin temel taşıdır.
Onun için, bir
yandan çiftçinin emeğini arttıracak ve semereli kılacak bilgi, vasıta ve fennî
aletlerin kullanma ve yapılmasına, öte yandan onun çalışmalarının neticelerinden
azamî derecede faydalanmasını temin edecek iktisadî tedbirlerin alınmasına çalışmak
lâzımdır. (1922)
Ulaştırma ve
Bayındırlık
Halk, köylüler
bana her yerde iş programını şu iki kelime ile ihtar ettiler:
Yol, mektep. Hattâ
yoldan bahsederlerken yol köylünün kanadıdır. Demeleriyle herşeyden evvel ona
ehemmiyet verdikleri anlaşılıyor. Gerçekten bütün ekonomi birinci kelimenin
ve herşey ikinci kelimenin içindedir. 1934 (Atatürk'ün S.D. II, S. 193 - 194)
Ekonomik hayatın
faaliyet ve canlılığı, ancak ulaştırma vasıtalarının, yolların, trenlerin, limanların
durumu ve derecesiyle orantılıdır. 1922 (Atatürk'ün S.D. I, S. 221)
Memleketimizi demiryolları
ile ve üzerinde otomobiller çalışır muntazam yollarla şebeke haline getirmek
mecburiyetindeyiz. Çünkü Batının ve dünyanın araçları bunlar oldukça, trenler
oldukça, bunlara karşı merkepler ve kağnı ile ve tabiî yollar üzerinde yarışa
girişmenin imkânı yoktur. 1923 (Atatürk'ün S.D. II, S. 111)
Demiryolları bir
ülkeyi medeniyet ve refah nurlarıyle aydınlatan kutsal bir meşaledir. 1937 (Atatürk'ün
K.A.N., S. 20)
Ekonominin gelişmesinde
başlıca lüzumlu olan, yollar, demiryolları, limanlar, kara ve deniz ulaştırma
vasıtaları millî mevcudiyetin maddî ve siyasî kan damarlarıdır. Refah ve kuvvet
vasıtasıdır. 1930 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., S. 266)
MEDENİYET
Medeniyetin ne
olduğunu başka başka tarif edenler vardır. Bence medeniyeti harstan ayırmak
güçtür ve lüzumsuzdur. Bu noktai nazarımı izah için hars ne demektir tarif edeyim:
Bir insan cemiyetinin
a- Devlet hayatında; b- Fikir hayatında yani ilimde, içtimaiyatta ve güzel sanatlarda;
c- İktisadî hayatta yani ziraatte, sanatta, ticarette, kara, deniz ve hava'ya
ait ulaştırma işlerinde yapabildiği şeylerin sonucudur.
Bir milletin medeniyeti
denildiği zaman hars namı altında saydığımız üç nevi faaliyet sonucundan hariç
ve başka bir şey olamıyacağını zannederim. Şüphesiz her insan cemiyetinin harsı,
yani medeniyet derecesi bir olamaz. Bu farklar, devlet, fikir, iktisadî hayatların
her birinde ayrı ayrı göze çarptığı gibi bu fark üçünün sonucu üzerinde de görünür.
Mühim olan sonuçlar üzerindeki farktır. Yüksek bir hars, onun sahibi olan millette
kalmaz, diğer milletlerde de tesirini gösterir, büyük kıt'alara şamil olur.
Belki bu itibarla olacak, bazı milletler yüksek ve şamil harsa medeniyet diyorlar.
Avrupa medeniyeti, şimdiki çağ medeniyeti gibi. 1930 (Afetinan, Atatürk Hakkında
B.H., S. 267)
Zulüm medeniyetle
uyuşamaz. İstidatsızlık taaffa lâyık bir şey olamaz. Çünkü milletler işgal ettikleri
arazinin hakikî sahibi olmakla beraber beşeriyetin vekilleri olarak ta o arazide
bulunurlar. O arazinin servet kaynaklarından hem kendileri istifade eder ve
dolayısiyle bütün beşeriyeti istifade ettirmekle görevlidirler. Bu prensibe
göre bundan âciz olan milletler yaşama ve bağımsızlık hakkında lâyık olamamak
lâzım gelir. 1920 (Nutuk III, S. 1182)
Medeniyetin coşkun
seli karşısında mukavemet boşunadır ve o, gafil ve itaatsizler hakkında çok
amansızdır. Dağları delen, göklerde uçan, göze görünmeyen zerrelerden yıldızlara
kadar herşeyi gören, aydınlatan, tetkik eden medeniyetin kudret ve yüksekliği
karşısında ortaçağa ait zihniyetle, iptidaî uydurma hikâyelerle yürümeye çalışan
milletler mahvolmağa veya hiç olmazsa esir ve aşağı olmağa mahkûmdurlar. Halbuki
Türkiye Cumhuriyeti halkı, yenileşen ve olgun bir kütle olarak ilelebet yaşamağa
karar vermiş, esaret zincirlerini ise tarihte görülmemiş kahramanlıklarla parça
parça etmiştir.
1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk'ün Ş.D.K. ve İ.S., S. 47)
Benim kanaatim
o idi ki, ve daima o oldu ki dünyada insan diye yaşamak istiyenler, insan olmak
vasıflarını ve kudretini kendilerinde görmelidirler... Bu uğurda her türlü fedakârlığa
razı olmalıdırlar. Yoksa hiçbir medenî millet, onları kendi sırasında ve safında
görmek istemez. 1926 (Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün B.A., S. 99-100)
Bilirsiniz ki dünyada
her kavmin, varlığı kıymeti, hürriyet ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve
yapacağı medenî eserlerle orantılıdır. Medenî eser vücuda getirmek kabiliyetinden
mahrum olan kavimler hürriyet ve bağımsızlıklarından soyunmaya mahkûmdurlar.
Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde
ileri değil, geriye bakmak bilgisizliği ve ihtiyatsızlığı gösterenler, umumî
medeniyetin coşkun seli altında boğulmağa mahkûmdurlar. 1924 (Atatürk'ün B.N.,
S. 85)
Medeniyet yolunda
muvaffakiyet yenileşmeğe bağlıdır. Sosyal hayatta, iktisadî hayatta, ilim ve
fen sahasında muvaffak olmak için yegâne olgunlaşma ve ilerleme yolu budur.
Hayat ve yaşayışa hâkim olan hükümlerin zaman ile değişme, gelişme ve yenileşmesi
zaruridir. Medeniyetin ihtirasları, fennin harikaları, cihanı değişiklikten
değişikliğe sürüklediği bir devirde asırlık köhne zihniyetlerle, maziye düşkünlükle
mevcudiyetin muhafazası mümkün değildir. Medeniyetten bahsederken şunu da kesinlikle
söylemeliyim ki medeniyetin esası, ilerleme ve kuvvetin temeli aile hayatındadır.
Bu hayatta fenalık, muhakkak sosyal, iktisadî siyasî acze sebep olur. Aileyi
teşkil eden kadın ve erkek unsurlarının tabiî haklarına malik olmaları, aile
vazifelerini idareye yetenekli bulunmaları lâzımdır. 1924 (Atatürk'ün B.N.,
S. 85)
Bağımsızlığını
ve değerini dünyaya tanıtmak özellikleri, liyakatı ve kudreti taşıyan milletleri,
medeniyet yolunda da hızlı ve başarılı adımlarla ilerlemek istidatları, kabul
olunmak lâzımdır. Gerçi bir toplumun zamanla kökleşmiş örf ve âdetleri, hisleri
ve inanışları mühimdir. Bu itibarla, toplumlar, önayak olacak fertler üzerinde,
âdeta âmir ve hâkim bir tesir gösterirler. Fakat, yaradılıştaki istidat ve liyakati,
gelişme ve yükselmeğe erişmiş milletler; medeniyetin bugünkü gelişmelerinden
feyiz ve ilham almış aydın evlâtlarının sevk ve rehberliğiyle, mazide kaçırdıkları
fırsatların doğurduğu gecikmeleri, telâfi çaresini bulmakta gecikmezler. 1928
(Atatürk'ün S.D. II., S. 249)
Bugünkü Türk milleti,
mâzinin en derin medeniyetlerinde kuruculuk iddia eden bu Türk kavminin bugünkü
çocukları açık ve sağlam yolu bulmuşlardır. 1930 (Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım,
Duygularım, S. 141)
Memleket mutlaka
asrî, medenî ve yepyeni olacaktır. Bizim için bu, hayat dâvasıdır. Bütün fedakârlığımızın
faydalı bir sonuç vermesi buna bağlıdır. Türkiye, ya yeni fikirle donatılmış,
namuslu bir idare olacaktır, veyahut olamıyacaktır. Halk ile çok temasım vardır.
O saf kitle, bilmezsiniz, ne kadar yenilik taraftarıdır. (1923 Atatürk'ün S.D.
III., S.60)
Memleketimizi asrileştirmek
istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye'de asrî, binaenaleyh batılı bir hükûmet vücude
getirmektir. Medeniyete girmek arzu edip de, batıya yönelmemiş, millet hangisidir?
Bir istikamette yürümek azminde olan ve hareketinin ayağında bağlı zincirlerle
güçleştirildiğini gören insan ne yapar? Zincirleri kırar, yürür. 1923 (Atatürk'ün
S.D. III., S. 60)