Türkiye

ATATÜRK İÇİN DİYORLAR Kİ!

Türkiye

Mustafa Kemâl Atatürk, hemen her zaman nerede durulacağını bilmiştir. Bu, O'nun pek hayran olduğum meziyetlerinden biriydi. Daima ilerisini düşünmek, daima dikkat, O'nun memleket yolundaki işlerinde hâkim olmuştur.

Mareşal Fevzi ÇAKMAK

Atatürk, seni sevmek millî ibadettir.

Celal BAYAR

Kıvrak ve ahenkli adımlar, zarif ve duygulu bir ruha işaret eden uzun, ince parmaklarla süslü ince bir el. Cömert yüreğine rahatça yer kalsın diye geniş yaratılmış olan omuzlar üstüne ahenkle oturtulmuş bir baş. Her zaman kibar, her yerde büyüklüğünden bir şey kaybetmeden gülen, şakalaşan, yaşayan üstün bir insan.

Avni DOĞAN

Harbiye nezareti için Mustafa Kemâl'i tavsiye et. Harbiyeye O gelmelidir. O'ndan başka orduyu toplayacak kimse yoktur.

Enver PAŞA

Türkiye'de çağdaş düşüncenin ve demokratik düzenin temellerinin atılmasının baş mimari ve öz sahibi Atatürk'tür.

Fethi BOLAYIR

Atatürk, ortayı biraz geçen mutedil ve mütenasip bir vücut üstüne geniş omuzlarda ve geniş bir göğüsle heykele benziyen bir endam taşıyor. Bu heybetli heykele altın sarısı saçlarla, herşeyin ruhuna geçer gibi bakan gök mavisi gözlerle tunçtanmış hissini veren kuvvetli bir simâ ile hakikaten eşsiz bir baş riyaset ediyor.

Belli ki o baş, yalnız Mustafa Kemâl'in değil, bütün Türkler'in başıdır. Ve milletin zekâ ve irade kudretleri orada toplanmıştır.

Dudakların sımsıkı kapanışı, çenenin sağlam ve keskin vaziyeti o eşsiz simadaki irade manâsını büsbütün meydana çıkarır. Sesinde uzaklardan ve derinlerden gelen bir mâden çınlayışı vardır.

Çok doğru, çok iyi konuşuyor. Sözlerinde o kadar külfetsizlik, o kadar açıklık var ki herşeyi bir billûr şeffaflığı ile gördüğünü ve o suretle düşündüğünü bundan sezmemek kabil değildir.

Bir şeyi sorarken ve izah ederken fikirlerini suallerinden sonra anlatır. Eğer yanlış düşünüyorsanız, onunla konuşurken bunu mutlaka kendi kendinize düzeltirsiniz. Çünkü onun sözleri size, hissettirmeden, yeni ve doğru bir kanaat verir.

Dikkat ettiğiniz zaman hissedersiz ki, her meseleye ait olan suali o işin en can alacak noktasına dokunur.

Ayrı ayrı meseleler ve işler hakkında onu biraz dinledikten sonra, imân edersiniz ki, Çanakkale'nin istikbalini Anafartalar'dan İzmir'in ve Türkiye'nin kurtuluşunu Dumlupınar'dan sezen o eşsiz kahraman, yalnız büyük bir asker değildir. Milletin, memleketin her işi, her ihtiyacı; medeniyetin, asrın ve dünyanın her meselesi onun kudretli görüşünden kaçmıyor.

Bazı meşhur insanlar vardır ki şöhretleri hâdiselerden ve tesadüflerden doğmuştur. Onlarla konuştuğunuz zaman hayalindeki büyük adamın yavaş yavaş küçüldüğünü hissedersiniz. Fakat hadiselerin, zaferlerin ve inkılâpların yaratıcısı olan büyük Atatürk'ün huzurunda insan, emsalsiz bir kalp kuvveti kazanıyor.

Türk'ün meziyetlerini görmek ve o meziyetlerden en imkânsız bir zamanda harikalar vücuda getirmek, şüphesiz eşi olmayan bir kudrete delalet ederdi. Fakat, milletin ve memleketin zayıf ve noksan taraflarından daha yüksek bir kudrete ve bir dehâya mütevakkıftı ki, millet birbirinden yüksek olan bu iki sıfatı ancak Atatürk'ten buldu.

Yaradılışın birçok güzellikleri ve birçok büyüklükleri vardır. Fakat şüphe yok ki mükemmel bir insan, bütün güzelliklerden ve büyüklüklerden yüksektir. Buna gönülden iman etmek için, Büyük Atatürk'ün huzurunda bir an bulunmak kâfi geliyor.

İbrahim Alâettin GÖVSA

Atatürk, pozitif düşüncenin, çağdaş medeniyetin, insan haklarının, demokrasinin, sosyal hukuk devletinin daima savunucusu, özgürlüğe susamış milletlerin önderi ve emperyalizmin, insan haklarını çiğneyenlerin amansız düşmanı olmuştur.

Fethi BOLAYIR

Atatürk, büyük Türk, büyük insan. O bize yalnız savaşmayı değil, sevmeyi de öğretti. Onun için bir ve beraberiz.

Prof. Dr. Fevzi ERCAN

Bütün dünyaya kendisini dâhi olarak kabul ettiren bu insanın, her konuda şüphesiz dâhiyane fikirleri olacaktı. Bu fikirleri peşinen bilmeye imkân göremiyorum. Atatürk durumlara göre gerekli tedbirleri almasını çok iyi bilen bir insandı.

Ancak şu vesile ile halk efkârına şunu açıklamak isterim; Atatürk'ün en çok kızdığı cümle "Az gelişmiş ülke" cümlesiydi.

Prof. Afet İNAN

Atatürk, "Yurtta barış, dünyada barış" sözüyle insanlık aleminin en büyük medeniyetçisi ve barışçısı olmuştur.

Fethi BOLAYIR

Hayatta olmayan bir kimsenin, şimdi muhtelif meseleler hakkında ne gibi kararlar vereceğini kesin olarak söylemek elbette doğru ve mantıkî olamaz. Bilhassa bu zat, Atatürk gibi büyük bir dâhi olursa...

Fakat Atatürk'ün hayatında takip ettiği açık sebepleri biraz tetkik edersek, sorunlarınızın cevaplarını ad orada kolayca bulmak kabildir.

1- Atatürk mütemadiyen batılılaşmak yolunda çaba sarfetmiştir. Elbetteki yaşasaydı, aynı yolda ilerleyecekti.

2- O yaşasaydı, hiçbir devlet bizden toprak isteyemezdi. Ve böyle bir talebi şiddetle reddederdi. Lüzumuna göre her yabancı memleketle tam karşılıklı olarak anlaşma yapmak taraftarı idi. Yaşasaydı bu itiyadı da devam edip giderdi.

3- Hayatın her politikasını; lâiklik esasına dayanan inkılâplarıyla tesbit etmişti. Yaşasaydı bu politikada devam edeceği tabiîydi. Memleketin efendisi dediği köylüler ile köyleri kalkındırmak da bu politikanın esaslarından biriydi.

Hasan Rıza SOYAK
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri

Savaş meydanlarının muzaffer kumandanı, barış masalarının ateşli savunucusu, hürriyet ve bağımsızlık aşığı; demokrasi, millî egemenlik ve millî hâkimiyetin ateşli taraftarı K. ATATÜRK, bilim ve tekniğin aydınlığında çağdaş Türkiye'yi kurmayı, Cumhuriyeti emanet ettiği gençliğe esas hedef olarak göstermiştir.

Fethi BOLAYIR

1- Batı medeniyetçisi Atatürk'ün "İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki bloklaşmada" alacağı yer, hiç süphe yok ki, demokrasi cephesinde olacaktı. Zaten, İtilâf Devletlerine karşı büyük zaferi kazanır kazanmaz politikamıza verdiği yön, her bakımdan bunu gösteriyordu.

İngiltere ve Amerika ile dostluk münasebetlerimiz daha o zamandan beri başlamıştır.

2- Buna göre, Atatürk hem İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında İngiliz ve Fransızlarla yaptığımız Üçüzlü Anlaşmayı, hem de savaştan sonraki Türk-Amerikan ittifakını (milli menfaatlerimiz bakımından daha sağlam esaslara bağlamak şartı ile) tasvip ve kabülde asla tereddüt etmeyecektir.

3- Atatürk sağ olsaydı bugünkü iç politikamız, herhalde O'nun büyük otoritesi sayesinde, şimdi içinde bocalandığımız kargaşalık duruma yol açacak güçsüzlüğe düşmezdi.

Yakup Kadri OSMANOĞLU

1- Tereddütsüz hürriyet cephesini tercih ederdi. Atatürk bir bağımlaşmacı idi. Sağlığında, Balkan Devletleri ve Sadâbat Paktı Devletleriyle bağımlaşma halinde dış politikasını görmüştür.

2- Amerika ile ittifak ederdi. Bu ittifak başka, ikili anlaşmalar başkadır. Amerika'nın Türkiye'yi Rusya pençesinden kurtardığına şüphe yoktur.

3- İç politikada gericiliğe ve komünistliğe nefes aldırmazdı. Bugünkü Anayasa rejimini benimserdi.

Falih Rıfkı ATAY

Atatürk'ün, dolayısıyla Türk Milletinin ve gençliğinin hayat felsefesi olan Atatürkçülük, millî iradenin mutlak üstünlüğüne ve millî egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu esasına dayanır.

Fethi BOLAYIR

1- Atatürk pek tabi ki, Batı hürriyet cephesini seçerdi. Zaten sağlığında da gösterdiği tutumda Batıya yaklaştığını ispat etmişti. Delilleri Balkan İttifakı ve Sadâbat Paktı'dır.

Atatürk her zaman batıyı örnek almış ve Türk Milleti'ni batı medeniyetlerinin seviyesine ve hattâ üzerine çıkartmayı düşünmüştür.

O büyük insan, Türk'e Türk olduğunu öğretebilen ve bu millete Türk'lükten gurur duyma şuurunu aşılayan kimsedir.

2- Gerçi sağ olsaydı; Rusya sizden üs ve üç vilâyeti geri isteyebilir miydi? Bu düşündürücü bir sualdir. Zira Atatürk gibi bütün cihanı otoritesi ile büyüleyen bir insanın karşısında yabancı devletlerin takınacağı tavır da başka olabilirdi.

Çağımız, bütün milletlerin birbirlerine dayanak ve yardımcı oldukları bir çağdır. Biz şüphesiz bu birliklerin dışında yalnız ve tek olarak kalamayız. Bu bakımdan fikrime göre Atatürk Amerika ile ittifak ederdi.

3- Bugünkü iç politikasına gelince; Atatürk huzur ve sükûn isteyen bir insandı. Bu millete de vermek istediği şey bu idi.

Yurtta huzurun olabilmesi için hiçbir şeyden çekinmezdi. Hareketin tarzına göre icabında sert, icabında ise yumuşak tavırlar takınabilirdi. Nitekim Kubilây hâdisesini haber alır almaz, Edirne'den hemen Menemen'e gelmiş ve suçluların kafasını ezmiştir.

İsmail Hakkı TEKÇE
Muhafız Alay Komutanı

1- Bizim tuttuğumuz siyaset mâlum. Bitaraf kalmak. Sağla da dost, solla da dost. Bu dostlardan biri, bizi öbürü aleyhine teşvik ederse, kendisine; ileri gitme, öbürüyle birleşip senin aleyhine yürürüz, diyebilirdik.

Demek ki, hürriyet içinde bitaraf kalmak başlıca poblemimizdi.

2- Bu sorunuza cevap vermek için kendimi yetkili göremiyorum. Zira Atatürk öyle bir dâhidir ki, zemine ve zamana göre hareket etmesini gayet iyi bilirdi. O, halde vatanın menfaatleri için uygun gördüğü şekilde hareket edebilirdi.

3- İç politikada Atatürk daima terakkici idi. Benim bildiğime göre inkılâplarından taviz vermezdi.

Yusuf Kemal TENGİRŞENİK

Türk'ün istiklâl ve hürriyetinin karanlıklara gömülmek üzere olduğu bir sırada, bir güneş gibi Anadolu ufuklarında doğan Gazi Mustafa Kemâl, bu karanlıkları nuruyla boğdu. Karanlıkların içine düşmüş ve acılarla kıvranan Türk Milleti'nin beklediği aydınlığı, O getirdi. Kurtuluş yolunu, O gösterdi. Türk'ün Kurtuluş Savaşı'nın destanını, O yazdı. Milleti'nin beklediği özlemi, O giderdi.

Fethi BOLAYIR

Türk insanı kendine güveni, kazanma azmini ve yenilmezliğini ondan öğrendi. O'nun yolunda ebediyyen muzaffer olacaktır.(1988)

Prof. Dr. Fevzi ERCAN

Şimdiye değin hiçbir yerde rastlamadığımız bir bilgi, bir meraklının sorusu ile araştırma konusu oldu: Atatürk'ün boyu ne kadardı? Gerçekten bu yolda bir kayda rastlamış değildik. İbrahim Alaattin GÖVSA, Atatürk'ü şöyle anlatır. "Atatürk, uzuna yakın orta boylu idi. Endamı, çok biçimli olduğu için daima daha boylu hissini vermiştir."

Orta boydan uzun boya geçişin çizgisi nereden başlar? Gövsa'nın tanımlamasına bakılırsa" endamı biçimli olduğu için daima daha boylu hissini" veren Atatürk'ün orta boylu olması gerekiyor. Nitekim, araştıranlardan biri O'nun 1.68 boyunda olduğunu söyledi. Bu bizim "heybetli" yapılıştı tasarladığımız bir büyük adam için az bulduğumuz bir uzunluktu. Neden büyük adamlar boyu bosu gerekli sayarız? Tarihte birçok büyük adam orta hattâ kısa boyludur. Bu biraz çocukça bir tasarlayış değil midir? İlk okulda iken, birkaç çocuğun, ancak birbuçuk metre yükseklikten kim atlıyabilirdi? Hiçbiri, buradan kolayca atlanabileceğini sanmıyordu. Sonunda içlerinden birisi kesip attı.

"Buradan Mustafa Kemâl Paşa bile atlıyamaz!"

Atatürk için birtakım "dış heybet" öyküleri anlatılmıştır. Gözlerine bakılamazmış. Bir elçi, onunla karşılaşır karşılaşmaz heyecandan ayakları kaymış, boylu boyunca yere yuvarlanmış.

Mithat Cemal Kuntay'ın, Atatürk'ün heykellerini yapan İtalyan heykelcisi Kanonika'ya seslenen bir şiiri vardır. Bu şiirinde, onun madde olarak büyüklüğünü, anlam olarak büyüklüğü ile karıştırarak anlatmayı denemiştir.

"Elbet de bilirsin onu herkes gibi kimdir?
Lakin onu sen anlıyamazsın; o bizimdir.
Bilmem ki bu ellerle o temsil edilir mi?
Diye başlıyan şiir şöyle biter:

"İnsan boyu olsun, fakat iflâke sürünsün,
Göğsünde de bir milletin eb'adı görünsün.
Dağ parçalarından da mehib olsun omuzlar,
Sırtında bütün memleketim var, vatanım var."

Ozan, büyük adamın omuzlarını dağ parçalarından da heybetli görmek istiyor. Anlaşılıyor ki, insanlar büyük adamları kesin olarak boylu boslu görmek istiyorlar. "İnsan boyu olsun, ama göklere sürünsün!"

Atatürk'ün asker giyimi ile yapılmış bir resmi vardır. beden çok uzun ve iri, baş ise küçüktür. Bu ölçüsüzlüğü de bir öykü ile açıklarlar. Ressam Atatürk'e, boyunu nasıl yapacağını sorar, o da, ileride duran bir Mehmetçiği gösterir; onun boyunu örnek almasını söyler. Gerçek mi değil mi, bilmiyoruz. Bildiğimiz, ressamın da, O'nu iri yarı çizmek hevesine aldanmış olduğudur.

Mithat Cemal Kuntay, sırtında vatanı taşıyan adamı, mitolojinin Atlası gibi güçlü bir beden içinde göstermesini istiyor heykelciden...

Atatürk'ü Kurtuluş Savaşı'na başladığı 1919 yılında çekilmiş fotoğraflarında, solgun yüzlü, ince bedenli, uzun boylu, arkadaşlarının yanında çelimsiz kalan bir adam görürüz. İşte o devce işleri bu adam yapmıştır.

Şimdi bir de Atatürk'ü dinleyelim:

"Beni görmek demek behemehal yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir." (1929)

İşte Atatürk buradadır.

Evet:O'nun sarı saçlarından, mavi gözlerinden, bir incelik simgesi olan bedeninden vazgeçemeyiz. Ama, Atatürk herşeyden önce bir "düşünce" dir. Bu yurdu bir düşünce kurtarmış, bir düşünce yeniden işlemiş ve kurmuştu. Heykelcinin taş üzerinde düşündüğünü söylerler. Gerçekten, taşa oyulan insan bedenleri insan yüzleri de heykelcinin düşüncesinden başka bir şey değildir. Atatürk'ün o, her birimizin başka türlü görmek istediği, çeşitli görünüşlerde tasarladığı bedeni artık toprağa karışmıştır. Üzerinde büyük bir anıt yükseliyor. Ama, Atatürk'ün düşünceleri ortada duruyor. Hem de taptaze. Bunları, söylediği günlerde, yarınlar düşünülerek söylenmiştir. Bu düşüncelerde bir ülkenin gençliği, güvenliği, ışıklı yarını vardır. Atatürk, Türk Milleti'nin ta içinde, onunla birlikte yaşamış, onun bütün varlığını derinden tanımıştır. Yaşadığı sürece, sevgili milletini, gerekliğini duyduğu yaşama felsefesini işlemiş, bu felsefeyi söylevlerinde, konuşmalarında belirtmiştir. Bunlar, şimdi kitaplarda bekliyor. Atatürk'ü bu söylevlerin, konuşmaların içinde bulacağız. O, bütün heybetiyle, dağ gibi tasarladığımız bedeniyle değilse bile, gökler gibi yüksek ulu düşünceleriyle bunların içindedir. Bunların içinde, bir düşünce güneşi gibi parlıyor:

Sami Nâbi ÖZERDİM

Türk istiklâl ve hürriyet destanının, hem en büyük kahramanı ve hem de baş yazarı Atatürk'tür.

Fethi BOLAYIR

Türk hitabetinin timsali Atatürk'tü! O'nun nutukları, en karanlık günlerin ışığı olmuştur. Millî mücadeleye başlarken, içerisindeki îmanı, milletine en beliğ sözlerle anlatmıştır. O, dâhi bir kumandan, büyük bir inkılâpçı, eşsiz bir politika adamı idi. Bu vasıfların herhangi birini taşıyan insanın hatip olmasında, başarının yarısı sağlanmış demektir. O, saatlerce konuşur, top gibi gürler, şelâle gibi çağlar, şimşek gibi parlardı.

Ruha hitap eden sihirli bir sesi, dinleyicilerini sürükleyen zarif bir jesti vardı. Nutuk söylerken zekâ dolu gözleri parlar, tatlı siması heybetleşir ve sanki insan değil, bir inkılâp tarihi konuşurdu.

İhtilâle başladığı zaman beyannameleriyle, hitabeler ile milleti başına topladı. Tarihi Birinci Büyük Millet Meclisi'nde gizli ve açık celselerin en kahraman hatibi o idi. O konuşunca dalgalı deniz durulur. O haykırdıkça durgun hava fırtınalaşırdı.

Cumhurbaşkanı olarak seyahatlerinde, millete hitablarında bir başka eda ve başka bir sihir vardı. Hitabet tarihleri O'nu, saatlerin farkına varılmadan dinlenilen yegâne hatip olarak yazacaktır.

Atatürk'ün nutukları inkılâp tarihimizin bir yaprağıdır. Gençliğe hitabını, gelecek nesil zevkle ezberliyecek ve mukaddes emanetini, kurduğu devletin bekçisi olarak muhafaza edecektir.

(Türk Hatipleri) Taha TOROS

O'nun en büyük ideali Türk Milletini ilim ve iktisatta kalkınmış; yorulmadan çalışan bir millet olarak görmekti. Ne yazık ki, bu uğurda yemin eden milletinin azim ve kararını, kazandığı başarılarını göremedi. (1988)

Prof. Dr. Fevzi ERCAN

Doğuşunu asırlardır beklemiştik.... Aramıza nurdan bir hâle ile girdi. Yüksek irade, erişilmez zekâ, derin duygusuyla her dokunduğu yerde, hayatın en coşkun ve berrak pınarları aktı....

Biz ne mesuduz ki; hilkatin en mucizeli bir eserinin aramızda yaşadığını gördük.... Felâket yıllarımızda gizli bir ibadet gibi, onun mukaddes ismini, heyecandan titreyerek ümitle andık.

Asırlar... sonu gelmiyen asırlar?....

Onun mübeccel adını, uzak devirlerde yaşayacak bahtiyar nesillere eriştirin; âlemi hayran eden o kahramanın zafer destanını onlar da bilsin...

Tarihin gördüğü en büyük kahraman kimdir? Diye soranlara bir Türk'ün adını söylesinler....

Onun gölgesinde erişilmez saadetleri idrâk eden nesil, gene sen ne bedbahtsın ki: seni zaferden zafere koşturan, inkılâplar yapan; kudretiyle sana hayatı, neşeyi, ümidi veren bir kahramanın ölümünü gördün... ondaki sonsuz kudreti gördükçe maddi varlığını da biz ölmez sanırdık. Her fâni gibi işte o da öldü; çürüyen et ve kemik, sonra bir avuç toprak !...

Hilkatin üzerinde asırlarca çalışarak vücuda getirdiği bu muhteşem varlık, bir an içinde yok olsun!... Hayır!... Mümkün değil bu, adâlet değil bu.... Kendi iclâlinden azâmet vererek onu böyle kaadir yaratan Rab; meydana getirdiği en mükemmel eserini hiç mahveder mi?.... Buna inanmıyorum.

Fânilikten kurtarmak istediği içindir ki, ona fikrin, dehânın en yüksek cevherini verdi...

O, felâket günlerimizde, bize acıyan Rabbın, milyonlarca Türk'ün dehâsından, zekâ ve irâdesinden teksif edip, Türk dünyasına kurtarıcı olarak gönderdiği bir kudret, yüksek bir fikirdi. Evet şimdiden sonra aramızda dolaşamıyacak!... Bize sonsuz sevgi ve itimat veren güzel yüzünü bir daha göremiyeceğiz!... Bakışlarında şimşeklerin keskinliği olan mavi gözlerin nuru artık bize ışık vermeyecek!....

Hicran büyüktür. Fakat fikrin esas varlığıyla o bizde asıl şimdi yaşıyor. İstikbâlin ebediyete uzanan yollarında, gelecek nesillerin ruhunda da aynı kudret ve canlılıkla yaşıyacak....

Bu ne büyüklük!...

Sen ölmedin!...

Ruhlarımızda ebedlere giden bir imânın timsâlisin!...

Ey Mukaddes fikir!... Ey zafer!

Cafer SENO

Samsun ufkunda doğan hürriyet güneşi, Anadolu'daki işgalci güçleri ve teokratik yöneticileri yakıp yoketti. Aynı zamanda aydınlığıyla da esaret altındaki milletlere ışık oldu, aydınlattı. Bu güneş, Mustafa Kemâl Atatürk'tür.

Fethi BOLAYIR

Türkler yirminci asrın fâtihi ve hâkimidirler. Çünkü yirminci asrın en büyük adamını, Türkler yetiştirmişlerdir.

Raif Necdet KESTELLİ

Atatürk, millî devlet olma ihtiyacımızı ve mecburiyetimizi çok iyi değerlendirmiş, akılcı uygulamalarıyla şekil vermiş ve hakiki mecrasına oturtmuştur. Yapılacak yegane iş, O'nun işaret ettiği güzergâhda yola devam etmektir.

Av. Ünsal AKTAŞ

Türk'ün asırlarca orta zamanlara akan gönlünü, Arabistan çöllerine bakan gözlerini, medeniyete, asra ve istikbâle çeviren, Atatürk olmuştur.

Ali Fuad BAŞGİL

Atatürk, biz Türkler kadar, bütün insanlık için de bir ilham kaynağı olmuştur. Onun yaptıkları ve söyledikleri, en derin görüş ve anlayışın, en yüksek yurtseverliğin, en geniş insanlık duygularının birer örneğidir.

Yusuf Hikmet BAYUR

1- Elbette, hiç şüphesiz batı hürriyet cephesini tercih ederdi.

2- Amerika ile ittifakı gayet uygun karşılardı. Yalnız Amerika ile yapacağı anlaşmada, memleketimizin yüksek menfaatlerini çok dikkatle gözetir ve memleketimizin coğrafi durumunun aynı zamanda Amerika'yı da savunmakta olduğunu düşünür, ona göre ikili anlaşmaları bizim için daha faideli şekilde yapardı.

3- Bugünkü iç politikada Anayasa yönünden daha başka olamazdı. Ancak lâiklik işlerinde daha kesin ve daha hassas bir politika güderdi. Bununla demek istiyorum ki, halkın din işlerini ihmal etmezdi. Bilâkis din bilginlerinin daha üstün bir kalite ve bilgi sahibi olmalarını ve bilhassa bunların müsbet ilimlerde de (teknik ve akli bilgiler) rüsuh sahibi olmaları için çalışırdı. Bunu yürekten istiyordu da. Yazık ki, buna ömrü vefa etmedi.

İnkılâplarından da taviz verilmesine asla taraftar değildi. İcap ederse bunun için de sert tedbirler dahi almayı düşünebilirdi. O bu vatanı en çok seven ve vatanın bir an önce kalkınmasını isteyen büyük bir kahramandı.

Fahrettin ALTAY

"Büyük eser yapılması, imkânsızlaşacak bir zamanda olmayacaktır. Bizden sonra gelecek yaratıcılar henüz doğmadılar: Onların bütün şerefleri, şanları ve eserleri, her ne olacaksa doğmuş ve doğacak olanlar için, büyüklük fırsatları değilmidir?

"Gazi, yeni Türkiye'yi çocukluğundan beri kendi benliğinin dibinde yaratmağa başlamıştı. Öyle bir zekâ gibi, öyle bir düşünüş ve duyuş kâbiliyeti gibi, O'nun sabrı ve enerjisi olmadıkça O'na benzeyemeyiz."

"Bir fıkrasından, bir hikâyesinden, bir yazı veya nutkundan hemen anladığımızı sandığımız Gazi, aradıkça yeni bir sır verir. Yaklaşılan bir dağ gibi büyür. Asıl O'nu elimizle tuttuğumuz zamandır ki, artık tamamını hiç göremeyiz."

Falih RIFKI

Olağanüstü kuvvette bir hafıza ile beslenmiş zekâ, ön sezisi ileri, sağ duyusu sağlam, sonucu kestirmesi yanlışsız, muhakemesi isabetli, kararı kesin, icrası çabuk kudreti.

Hülyalar, tasarılar, gizli yayınlar, teşkilâtçılıklar, sürgünler, ihtilâleller, inkılâplar arasında yoğurula-tavlana, henüz genç yaşta iken birçok tecrübeden geçerek olgunlaşmış, ülkülü bir neslin çocuğu!

Çanakkale'de kalbine sarabnel isabet eden, ölmeyen, Sakarya'da attan düşüp kaburga kemikleri kırıldığı halde savaş alanını terk etmeyen, saatlerce konuşan, yorulmadan münakaşa edip, fikir teatisinde bulunan, vücut yapısı bir kaya kadar sağlam olan...

Rüşen Eşref ÜNAYDIN

Atatürk, uzuna yakın orta boylu idi. Endamı pek biçimli olduğu için, daima daha boylu hissini vermiştir. Omuzlarıyla göğsünün geniş ve dolgun olması gövdesine dikkati çeken bir tenasüp temin ederdi. Vücudunda baştan ayağa kadar tam bir ahenk vardı ve hiçbir estetik noksanı göze çarpmazdı. Duruşunda heykelî bir mehabet, hareketlerinde canlı ve çalâk, aynı zamanda zarif bir mümtaziyet gözleri alırdı. Başı, omuzlarıyla göğsünün genişliğine uygun gelecek surette irice ve gayet biçimli olmakla beraber altın sarısı saçlarla daha süslüydü. Bu müstesna saçlar, iki yanı daha açık olduğu için, genişliği artan güzel bir alın mesafesi bıraktıktan sonra başlıyarak arkaya doğru sımsıkı taranmış bulunur ve o erkek baş üstünde bir arslan yelesini hatırlatırdı. Çatık ve kavisli olmayan gür kaşlar, şahlanmış gibi yukarıya ve tersine kıvrılarak yüzün hususiyetini arttırırdı. Ve o gür kaşların altında irice, hafif şehlâ olan gök mavisi gözler, mânası her an değişen ışıklarla parıldar ve şimşeklenirdi. Elmacıklar biraz çıkık, gözlerin arası epeyce açık olduğundan o geniş cephenin altında sima da karşıdan geniş görünür ve burun, kusursuz olmakla beraber, dolgun kanatlarıyla bu adalî yüzün ehemmiyetini besliyecek derecede büyük dururdu. Hele kanatların belirtili kımıldanışları, mizaçtaki fazla duyarlığı meydana vururdu.

İnce dudakların sımsıkı kapanışı, çenenin sağlam duruşu, ruhundaki irade kudretini anlatan bir manâ taşırdı. İnce-uzun parmaklı eller, yıkıcılığı değil, yapıcılığı ifade eden sanatkâr elleri, âhenkli jestlerle zarafet ve talâkatini arttıran o güzel eller Atatürk'ün hususiyetini tamamlar, daima en esaslı noktaları ve varılması lâzım ufukları işaret ederdi.

29 Ekim 1953 Hürriyet Gazetesi

İngiliz ateşemiliteri Armstong, "Mustafa Kemâl" adlı eserinden bir balo gecesi tasvir eder. Oradan, sabaha karşı ayrılanlar arasında, kıravatının düğümüne, elbisesinin ütüsüne kadar, geldiği itina ile yalnız Atatürk'ün çıktığını söylüyor. Zarfına bu kadar ihtimam gösteren bu mazruf, aynı zamanda bir bilgi ve fikir hazinesidir.

Yaptığı işlerden hiçbirisi gelişi güzel şeylerden değildir. Hepsinin üzerinde olgun bir şuurun derin izleri var. İyi düşünen bir dimağda taazzuv eden bu yeni fikirler, günü gelince yumurtalardan fırlayan renk renk civcivler gibi ortaya yayılmış ve seyircileri hayretler içinde bırakmıştır. Bunlar sevimli ideal kuşlarıdır.

Güzellik bu hakikatin âhenginde ve âhenk, o hakikatin güzelliğinde yaşıyor.

Asırları yıl yaparak ilerliyoruz, ölçümüz ziya sür'atidir. Geçmişlerden kalan mirası, tâ düşünce tarzlarına kadar, geçmişe bağışladık. Yepyeni bir duygu sistemiyle, insanlığa model olmağa çalışıyoruz!

Atatürk, işte böyle bir terbiyecidir.

Onu yaptığı işlerle tanımak güçtür, yaşadığı hayat ve düşündüğü şeylerin maddî ölçülere sığmayan yüksek hendesesiyle kavramağa çalışmalıyız. İmkânsızlığa gülümseyen ve boşlukları kucaklar gibi saran bu kudret, meçhûl büyük kudretle en iyi anlaşmıştır.

O, gittikçe farkına varılan derin bir psikoloji, fikirleri istediği kalıba döken bir mantıkçı, dünyaya yol gösteren bir terbiyeci ve nihayet filozofların düşündüğü büyük insan modelidir!

Atatürk öyle bir Cumhuriyet âbidesi kurdu ki, asırların hârikaları tek yıllara sıkışmış, onun ayaklarına yüz sürüyor!...

Tarihin bile kıskanacağı, bu yaratıcı kudret önünde hangi baş eğilmez?..

Hemen tesiri altına düşeceğiniz bu tip de beddi zevkler, en son inkişafiyle yaşamaktadır. Hiçbir artist Atatürk kadar jestlerini konuşturamadı. Belki bütün dünyanın en zevkle giyinen adamı da odur.

Dr. Mesut FANİBİLGİLİ

Atatürk, özellikle bulunduğu toplumda kötümserlik duygularını derhal yıkayan ve memlekette çalışmak için, güçlü, ileri ve mutlu olmak için gereken neşe ve kudreti derhal çevresine aşılayan bir varlıktır.

İsmet İNÖNÜ

Türk Milleti'nin en zengin millî serveti, Atatürk'ün fikir ve düşünceleridir. Bu millî servetin gerçek ve tek mirasçısı da Türk gençliğidir. (1988)

Fethi BOLAYIR

Herşeyden önce kendisinde, durumunda, davranışında, bakışında ve konuşuşunda bir duygusallık, bir çekicilik vardı ki, insanın baştan gönlünü alır, herkesi kendine ısındırırdı.

Prof. Dr. Hikmet BAYUR

Sohbetin tatlılığı, emsalsiz denilecek bir şefti. Ve O'nun yanında daima ilmî içtimaî, herhalde müsbet ve faydalı bir mevzu üzerinde konuşulurdu. Kendisi mücessem irfan ve nezaketti. Muaşeret adâbında, terbiyenin Atatürk'deki kadar asiline başka fânilerde tesadüf edebildiğimi hatırlamıyorum.

Yunus NADİ

Muharebe meydanlarında en kahraman asker ve en iyi kumandan, salonda en kibar ve medeni bir adam, bütün memleketi mektep yaparak okutmak isterken, en başarılı bir öğretmen, Devlet Başkanlığında en idareli ve uzak görüşlü bir şef, siyasî davalarda en şaşmaz sezişli bir diplomat, hususî münasebetlerinde en vefalı bir dost, millet ve memleket meselelerinde en ateşli vatansever, ilim araştırmalarında en çalışkan bir mütetebbu. Ne bileyim, herşeyde daima en mükemmel yapmak isteyen adam. Onu ancak Kemâl Atatürk adı ile ifade ediyoruz. Bu adı anarken, bu manâyı hiçbir zaman unutmayalım.

Atatürk'ü bütün hakikatiyle aramak, anlamak ve anlatmak Türk münevverinin baş vazifesidir.

H. A. YÜCEL

Mustafa Kemâl Paşa, mücadeleye atılmasıydı bu memleket kurtulamazdı. Anadolu'nun tehlikeye düşen yerlerinde, batıda, doğuda ve güneyde başlayan ve bir yurtsever düşüncenin mahsulü olan zayıf, fakat millî karşı koyma hareketleri Mustafa Kemal Paşa tarafından birleştirilmesiydi, her biri ayrı ayrı kolayca bastırılabilirdi. Nur içinde yatsın büyük kurtarıcı.

Rauf ORBAY

Yunan orduları, Ankara üzerine yürüyordu. Bir sabah erken, Millet Meclisi'nde toplandık. O'ndan bilgi alacaktık.

Bir Anadolu haritası istedi, getirdik. Kırmızı kalemle, Sakarya arkasında geniş, uzun bir hat çizdi ve bu hattı bize göstererek:

-Düşmanı burada tepeleyeceğiz dedi. İnandık, niçin inandık, nasıl inandık, hâlâ bilmiyorum.

Bu işi üzerine aldı ve düşmanı çizdiği hat üzerinde tepeledi. O, Sakarya'dan Ankara'ya bir çocuk gülümsemesiyle dönmüştü. Yenilgimizle bittiği taktirde Türk bağımsızlığının mutlak ve mutlak sonu olacak bir çarpışmayı kişisel çabalarıyla kazanmıştı.

Hamdullah Suphi TANRIÖVER

Atatürk, Türk Milleti için muazzam bir millî kuvvettir. Varlığımızın en büyük mânevî desteğidir.

Rauf ORBAY

Mesut ve müreffeh Türkiye ideali, Atatürk'ün aydınlık izinde yürümeye and içmiş Türk gençliğinin tek arzusudur. Bu arzu, günden güne yeşererek, güçlenerek nesilden nesile intikal edecektir.

Fethi BOLAYIR

Atatürk, dinamik bir ruha sahiptir. O'na tutulan insan olduğu yerde kalmaz. Atatürk, geliştirici ve genişletici bir düşünceye sahipti. O'nun arkasından gidenler geride kalmaz.

Atatürk bugün için de önderimizdir, ışığımızdır, yarın içinde.

Cemal GÜRSEL

Senin arkandan gelmekle muhakkak muvaffakiyete yürümenin inşirahı vardır. Sen, ebediyete intikâl edince Türk nesilleri senin izinde yürüyecektir. Türk Milleti davasının çıkar yolu ancak senin içindir.

İsmet İNÖNÜ

Atatürk'ün hayatı bir tek ebedi davayı isbat eder. Muzaffer olan daima ve yalnız fikirlerdir.

Sadi IRMAK

Kendisi resimlerinin hepsinden daha sevimli, daha canlı daha müstesna bir simadır. Elmacık kemikleri çıkık, ağız kemikleri kuvvetli ve alnı serttir. Ve bu yüzün görünüşünde çok zahmet çekmiş, çok uğramış, çok düşünmüş kimselerin çehresindeki ifade var; fakat hiçbir yorgunluk belirtisi gözükmemek şartiyle... (1921)

Her kahramanın, her dâhinin mezarı olan kibir ve gurur O'nun semtine bile uğramamıştır. (1922)

Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

Bu kudretli adamın umudu kuvvetle değil, zekâda ve haktaydı,

Nurullah ATAÇ

Atatürk, milletinin verebileceği en yüksek ikbal zamanlarında dahi mevkiini fikirleri uğruna feda etmeğe hazırdı. Bütün devrinde hiçbir tavizcilik, hiçbir gerileme, hiçbir tezatlaşma olmamıştır.

Falih Rıfkı ATAY

Herşeyden önce kendisinde, durumunda, davranışında, bakışında ve konuşusunda bir duygudaşlık, bir çekicilik vardı ki, insanın baştan gönlünü alır, herkesi kendisine inandırırdı.

Prof. Dr. Hikmet BAYUR

Büyük asker, büyük ıslahatçı, fakat hepsinin üstünde büyük bir idealistti.

Falih Rıfkı ATAY

O, bu ulusun sağduyusunun gösterdiği yönde, hepimizin mutluluğu için bilimin ışığında yürüdü. Onun için Atatürk'ü anlatan tarihçiler ve O'nun yakınları:

-Atatürk realist bir insandı, derler.
Ne yapmak gerekiyorsa onu yapmıştır.

Orhan Seyfi ORHON

Bir bakışta dize getiriyor ve bir okşayışta alnımızı göklere değdiriyordu. O'nun işaretiyle akın akın ölümün kenarına dizilendiğimiz zaman, ne kadar insanlaştığımızı anlıyor ve âkibet için yaşamanın en büyük zevkini tadıyorduk. İşte onun içindir ki, Mustafa Kemal'in savaş yönetiminde ve düşmana saldırışında görüleni hiçbir devrin tarihinde bulamayacaklardır.

Hasan Reşit TANKUT

Güneş hiçbir yurdu bu kadar ısıtmamış, hiçbir yurda bu türlü feyiz ve bereket vermemiştir. Hiçbir devir, O'nun devri kadar çevresini nura boğmamıştır.

Ercüment Ekrem TALU

Aydınlık bir geleceğe, çağdaş bir düşünceye, modern ve güçlü Türkiye idealine koşan, sel gibi coşup, şimşek gibi çakan dinamik Türk gençliğinin tek ilham kaynağı ATATÜRK'tür.

Fethi BOLAYIR

O sipere, bir salona giren erkânı harp zâbıtı gibi girerdi.

O, düşmanın atış saçan ağızlarını açıp sinsi sinsi bekleyen topları karşısında siperlere geliyor; bizimle yanyana omuz omuza durup bakıyor, düşman siperlerini inceliyordu.

Ben, O'na yıl gösterirken günlerden değil, aylardan beri siper hayatına alışmış olduğum halde titriyordum. Fakat O, boyunun uzunluğuna rağmen ayaklarının ucuna basarak doğrulur, siperlerin üstünden düşman siperlerine bakardı.

Düşman Çanakkale'de ateşten göz açtırmazdı. O, bu göz açtırmayan ateşe gözlerini kırpmadan bakardı.

O'nu ben, ilk defa "Korku Bilmeyen Adam" olarak tanıdım.

Mahmut YESARİ

O'nun adını duyduk duyalı, O'nun kahramanlığını bildik bilelidir ki sağlığımızı seziyor, dinçliğimizi anlıyor ve yaşamak denilen unutulmuş zevki tadıyorduk.

Öksüzdük Ata'mız oldu: Yoksulduk bize genlik genişlik getirdi.

Nurettin ARTAM

Biz, O'nun gövdesine tapan bir putperest değil, ölmez eserine ve mânasına bağlı bir şuuruz. Çünkü O, kendi vücuduyla beraber kaybolacak fâni bir milletin değil, kendi mânasıyla beraber yaşayacak ebedi bir milletin yaratıcısıdır.

Peyami SAFA

Türk Milleti, Atatürk'te iki yüz yıl beklediği kurtarıcıyı bulmuştur. Atatürk'ün eseri, bir bütün olarak, tek bir kelimede toplanabilir: "Kurtuluş". Bu gerçek, aydının kafası kadar, halkın şuuru içindedir.

Halk için, hâtırası güzel ne varsa hepsi, özellikle Atatürk devrine aittir.

Falih Rıfkı ATAY

Hiçbir baba yetimlerine Atatürk kadar zengin ve ölümsüz miras bırakmamıştır.

Bu gün, Türk vatanı denen toprakta yaşayan bütün insanlar O'nun zekâsından, aşkından, enerjisinden kopmuş parçalardır.

Reşat Nuri GÜNTEKİN

Atatürk, bizde öyle bir nefse güven, öyle bir azim ve irade yaratmıştır ki, hiçbir tehlike karşısında göz kırpmıyoruz.

Bu cesur, atılgan ve yaratıcı ruhu memlekete aşılayan Atatürk'tür.

Hüseyin Cahit YALÇIN

Biz bugün bir millet olarak ayakta isek, yarına umutla bakıyor yeni hamlelere girişmek gücünü kendimizde görüyorsak, bunu o büyük adamın eseri olan eşsiz zafere olduğu kadar, gene O'nun başbuğluğu altında verdiğimiz şanlı medeniyet savaşına borçlu olduğumuzu nasıl unutabiliriz?

Yaşar Nabi NAYIR

Kemâl Atatürk, o yaradılışta kahramanlardan biridir ki, tarihi görevini başarabilmek için yaşadığı devre sığamaz; zamanın dışına ve yüzyılların ötesine uzanır, hizmet ettiği milletle beraber ileriye doğru yürümekte devam eder. O'na "Ebedi Şef" dememizin sebebi budur.

Nadir Nabi ABALIOĞLU

Her başımız sıkıldıkça, O'na başvurmaktayız. Bu ölüsü diri adam, Türkiye'ye gelmesi muhtemel her karanlıkta alevli bir meşaledir. O'nu elden bıraktığımız anda gündüzlerimiz gece olur.

Hasan Âli YÜCEL

Biz 1923'de bir Mustafa Kemal'e kavuşmasaydık, gelecek zamanlara doğru yollarımızı tıkayan aşılmaz setleri yıkamazdık.

Falih Rıfkı ATAY

Atatürk, Batı kafasının kişileşen bir timsali olmasaydı, inkılâplarımızın hiçbiri gerçekleşmezdi. Onun içindir ki, bize yalnız eseriyle değil, kişiliğiyle de önderlik ve örneklik etmekte devam ediyor.

Yaşar Nabi NAYIR

Atatürk bir ayna idi, O'nda ve yaptıklarında milletimizin yalnız kendini gördü. "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözü millî varlığımızın yankısı oldu.

Doç. Dr. Gündüz AKINCI

Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk; siyasal, sosyal, kültürel ve millî alanlardaki inkılâp hareketleriyle Türk Tarihine ve Dünya Tarihine yeni bir yön verdi. Etrafına yaydığı ışıklarıyla medeniyet ufuklarımızı aydınlattı. Kafalardaki karanlığı kovdu.

Fethi BOLAYIR

Ölümünden pek az önce de hasta hasta didinmiş, Hatay'ı Anayurda kavuşturmuş, böylece ta 1919 Erzurum Kongresi'nde ilân edilen Millî Misak sınırlarını gerçekleştirmişti.

Nadir Nabi ABALIOĞLU

Bir tarihi yaşamakla, onu başka milletlerin ancak gözlerini kapayarak tasarlıyabildikleri büyük bir dâhinin, bir kahramanın kişiliğinde okumak arasında çok derin fark vardır.

Yurdun kurtarcısı, bütün kurtuluş ve inkılâp hamlelerinin başında işte böyle bilen ve düşünen, yaratan ve yorulmayan bir önder olarak durdu.

Samih RIFAT

Türk, her zaman O'ndan aldığı inancın, gücün hızıyla şahlanacak, her zaman Türk, O'ndan öğrendiği yolda mucizeleri tasarlayacaktır. Dünden beri edediyeti de fethe giden Başkumandanımızdır gene O; ne biz O'nsuz, ne de O bizsizdir.

Nurettin ARTAM

Başımız sıkıldıkça, aştığımız dağların yüksekliği başamızı gururla döndürdükçe, yine O'na koşacağız. Bir daha derman istemek, minnetimizi bir kere daha söylemek için...

Hakkı Süha GEZGİN

Türk vatandaşı şunu keşfetmiştir ki milletimizin; birleştirici bir millî kuvvet olarak, inkılâp ve gelişme çabalarının sarsılmaz bir desteği olarak, Atatürk'ün mânevi önderliğine şiddetle ihtiyacı vardır.

Ahmet Emin YALMAN

"Ben, gerekince en büyük armağanım olarak, Türk Milletine canımı vereceğim" diyen Atatürk'ümüz yaşarken hiçbir şeyini bizlerden esirgememişti. İşte öldükten sonra da esirgemiyor. Gerçek şu ki, daha uzun yıllar toplumumuzun geleceği O'nun sesiyle yöneltilecek.

Orhan HANÇERLİOĞLU

Atatürk'ün ruhu örneğimiz ve önderimiz oldukça yükselme yollarında gittikçe artan bir hızla ilerleyeceğiz.

Kadircan KAFLI

Gerçeğe giden bütün yollar O'nda birleşiyor. O'nda tamamlanıyoruz. O'na sırtını çeviren düşünce bizden değildir.

Prof. Dr. Cahit TANYOL

Atatürk'ün hâtırası, teselli bulmaz acılarla dolu olan kalbimizin aziz timsalidir. Kadir bilen ve büyük evlat yetiştiren milletimizin yüreğinde, Kemâl Atatürk adı, sevgi ve hürmet içinde ebedi olarak yaşayacaktır.

Ulus, 12 Kasım 1938

Üzülmeyin O'nu görmedik diye!

Geçici fânilerdik ki yalnız dünya gözü ile görülürler. O bir fani değildir; hayatında ve ölümünde, uzağında ve yakınında, her zaman O'nu görecek, ebediyete kadar daima O'nu duyacaksınız.

Nurettin ARTAM

O, yaşadığı devirde olduğu gibi, tarihte de ancak dostlarının sevgi ve saygısıyla sarılı bulunacaktır. Bin yıl sonrakilere şu meşhur mısra ile sesleniyoruz:

"Hürmetin inkâr eden bir lâhza hürmet bulmasın!"

Vâlâ NURETTİN

Atatürk, her zaman içimizde göğeren bir mlllî şereftir.

Ahmet Kutsi TECER

Bütün tarihi boyunca bir defa Atatürk görmediği veya talihin en karanlık anında bir Atatürk bulamadığı için çöken, dağılan milletlere bakıyoruz da Türk olduğumuza ve Atatürk'ü bulduğumuza bir kat daha şükrediyoruz.

Yücel Dergisi

Atatürk, zamanın hâtırasını gevşetmediği, unutturmadığı ilk büyük şahsiyettir. Birbirinin ardından geçen yıllar O'nu bizden uzaklaştırmıyor, bir kat daha kendisine yaklaştırıyor. O'nun en üstün ve temiz bir vatanseverlikten şaşmıyan önderliğinin özlemini çekiyoruz.

Ahmet Emin YALMAN

Atatürk, sokak politikacısının ağzına kaşık olmaz. Atatürk'e karşı gelinmez. Atatürk'le oynanmaz. O müsbet bilim, uygarlık ve özgürlük demektir.

Çetin ALTAN

Türk milletinin aziz Atatürk'e gösterdiği sevgi ve saygı, onun için Atatürk gibi bir evlât yetiştirebilir bir millet olduğunu bütün dünyaya göstermiştir.

Hakikatte yarattığı yer Türk Milleti'nin O'nun için aşk ve iftiharla dolu kahraman ve vefalı göğsüdür.

Ulus, 22 Kasım 1938

Atatürk, inkılâplarını yaparken, onların yaşama gücünü Türk Milleti'nin, herkesten ve hepimizden çok kendi tarafından tanınan faziletlerinde aramış ve bulmuştur.

Falih Rıfkı ATAY

Atatürk'ün en büyük gururu Türk Milleti'nin evlâdı olmaktı. Hiç kimse bu milletin asil faziletlerine ve yüksek kudretlerine O'nun kadar derinden inanmamıştır.

Falih Rıfkı ATAY

Atatürk, milletle var olan feyzi gördü, çünkü onu görmek için görmesini bilmek yeterdi.

O'nun en büyük eseri, milletine inanmış ve milleti kendi kendine inandırmış olmasıdır.

Nurullah ATAÇ

Atatürk, sana üzerinde şaşmadan yüzyıllarca yürüyeceğin eserler ve prensipler bıraktı.

O eserlerle prensipler ışığında çalıştıkça sen, bugün yasını tuttuğun aziz büyük evlâdınla kucak kucağa yaşamakta devam edeceksin.

Yusuf Nadi ABALIOĞLU

Atatürk'ü genç saklayan en büyük etkeni de, yüksek ruhunun her gün en taze bilgilerle beslenmesinde aranmalıdır.

Dr. Fani BİLGİLİ

Atatürk'ün asıl yüreği, pas tutmayan madenler gibi, kın nedir, hiç bilmemiştir. Devlet, millet, inkılâp, davalarındaki husumetleri ne kadar sert ve derinse, kendi şahsi ve özel hayatı ile ilgili konulardaki hiddetleri o derece hafif ve geçici idi.

Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

Yeni devletin kuruluşunda Atatürk'ün üstün başarısını sağlayan temel haslet, ülkücülük ile gerçekçiliği en dengeli kaynayışla kişiliğinde toplamış bulunmasıdır.

Prof. Dr. Yavuz ABADAN

Gerçekten büyük yaratılışlı bir insandı. En doğru düşünceler, O'nun başından doğuyor; en güzel duygular, O'nun yüreğinde tomurcuklanıyor; ille vatan ve hürriyet O'nun gözlerinde tütüyordu. Daha da iyilik mi dedin, iyilik; yiğitlik mi dedin, yiğitlik; bu toprağın kalbi, bu toprağın kalbi, bu toprağın diliydi O....

Eflatun Cem GÜNEY

"Büyük Gazi" bize, Dumlupınar Zaferini bir sene evvel haber vermiş: "Düşmanı vatanın harimi ismetinde boğacağım". Demişti. Dedi ve boğdu.

İsmail Habip SEVÜK

O, bu vatanın acılarından doğdu ve yalnız bu acıları temsil ediyor.

Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

1- Atatürk muayyen hâdiseler karşısında nasıl hareket ederdi sualine cevap vermek benim için küstahlık olur. Atatürk'ün alacağı kararlar kendi dehasına has kararlardır. Benim yapacağım şey, O'nun mektebinde bulunmuş olmak şerefinden aldığım ihtisasla, kendi fikrimi arzetmek olacaktır.

Atatürk için hürriyet esastı. Halkçılık, hürriyete gidecek tek yoldu. Nitekim "Hakimiyet bilâkaydü şart milletindir." demişti.

Demirperde arkası ise vaadlerle dolu bir hapishanedir. İnsanlar, insanlık şuuruna vardıkları vakit hürriyetten ayrılmazlar. Hiçbir zaman mide dolgunluğu, her nevi konfor bir insan için, hürriyetten mahrumiyeti karşılamaz. Atatürk diyor ki: "Bizim nokta-i nazarımız halkçılıktır. Kuvvetin, kudretin, hâkimiyetin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir. Halkın elinde bulunmasıdır". Ve buna benzer meselâ: "Ben imtiyazsız, sınıfsız bir memleket istiyorum" gibi beyanları hakiki halk hürriyetçiliğini, ne kadar istediğini bize gösterir. Atatürk'ün istediği şekil hürriyet değil, hakiki hürriyettir. Bunu tefsir etmeğe kalkışırsak diyebiliriz ki; Türkiye'nin kalkınmasında ölçü, en fena vaziyette bulunan Türk ferdine yapılacak yardımdır.

2- Atatürk, Türk milliyetçisi olduğu kadar insaniyet hadimidir de... İçerde sulh, dışarda sulh formülü ile ne istediğini ayan beyan göstermiştir. Harp hakkında da aşağı yukarı aynen şöyle söylemiştir. "Ben milleti harbe götürürken, vicdanımda bir azap duymamalıyım. Sizi öldüreceğiz diye harbedemeyiz. Hayat-ı millet tehlikeye düşmedikçe, milleti harbe götürmek bir cinayettir."

Bunlar meydanda olduktan sonra, Atatürk hayatında da Türk Milleti'nin istikbâlini muhafaza için ittifaklardan çekinmemiştir. Yaptığı Balkan ve Sadabat Paktı, Türkiye için olduğu kadar da, dünya sulhü için birer emniyet supabı olmuştur.

Lozan Konferansı'nda da İngiltere ile ittifak taraftarı olduğunu göstermiştir. Hiçbir millet, istiklâlinin muhafazasını bir devletin veya komşusunun iyi niyetine bağlıyamaz.

Bunu söyledikten sonra ve birinci sorunuzdaki ileriye sürdüğüm sakıncayı muhafaza şartıyla, yine kendi fikrimi arzedeyim:

Bugünkü bloklar vaziyetinde, Türkiye ortada yalnız başına bir yetim gibi kalamaz. Bir şamar çocuğu olamaz. Amerika ile ittifakımız NATO manzumesi içerisindedir. NATO'ya girmiş herhangi bir devletten daha fazla bir yük altına giremeyiz. Müsavi şartlarda NATO'da kalmamız bizim için bir meseledir. Şurasını hemen ilâve edeyim ki; Atatürk, Sovyet komşularımızla daima en iyi ve en samimi münasebetlerin muhafazası taraftarıydı.

3- Atatürk sağ olsaydı, bütün beyanlarından ve hareketlerinden çıkarabiliriz ki, memleket idaresini bir takım arkadaşlık zümrelerinin tekeline vermezdi. Bir oligarşiye bırakmazdı. O'nun iktidar ölçüsü, herkesin memlekete yararlıkları derecesiydi.

Kendi fikrime gelince; partiler seçim kanunu ile, Anayasayı geçerek Türk seçmenlerini listeler köleliğine indirmişlerdir. Seçimler bir dereceli olmaktan çıkmıştır. Kendi içlerinde de hizipler vardır. Memleket bu suretle mutaassıp çevrelere parçalanmıştır. Atatürk, Türk Milleti birliğini yaratmıştır. Bu birliğin bozulmasında ancak sağlam fikir ayrılıkları veya fikir inceliklerinden doğma ayrılıklara müsaade edebileceğini tahmin ediyorum. Yoksa arkadaşlık toplumuna, yahut çıkarlar beraberliğine tahammül edemezdi.

Üniversiteye gelince, üniversitenin büyük vazifesi öğrencilerde şüphe yaratmak değil, daima hakikati teşvik etmektir.

Öğrencilerin üniversite idaresine öğretim programlarına iştirakleri, yeni çağımızın yarattığı bir haktır. Öğrencilerin yönetimde giremiyecekleri yer imtihan şeklidir. Öğrettiklerinin ne kadar öğrenildiğini araştırmak hakkı ve bu yolda takip edilecek usül hakkı yalnız öğretmenlere ve öğretim üyelerine aittir.

Öğrenci isteklerini fikirle ortaya koyar, sopa ile değil. Bunun da karşısına fikir çıkar. Aralarındaki tartışmalar gayet serbest müsamahalı olmalı, şahsi meseleler ve iftiralar bu tartışmalara katiyyen karıştırılmamalıdır. Bu nevi tartışmalar için, üniversiteler muayyen günlerde muayyen salonlarını bu münakaşalara tahsis etmeli ve bu oturumlara bir felsefe veya sosyoloji hocası riyaset etmeli ve tamamen tarafsız hareket etmelidir.

Benim için öğrenci, fikri cereyanlarda hakem olamaz. Diplomasını aldıktan sonra hakem olabilir.

Yalnız bir meseleyi istisna etmek gerekir. O da gençliğe ait hitabesindeki prensipleri Atatürk'ün istediği gibi fedâkarlığa katlanarak, müdafaa etmektir. Lâiklik bunun başındadır. Devrimiz, dinî ibadeti işten ayırmıştır. Muamelât Millet Meclisi'nin kararlarına bağlıdır. Hürriyet de dinin yalnız ibadet kısmına aittir.

Netice olarak, hürriyet Türk Milleti için, Türk Milleti'nin ferdinin vekârı ve haysiyeti için birinci şarttır. Bizden dışarda olan ve takbik edilen rejimlere karşı da hürmetkârız. Amma Türk, fikriyle de olsa hapishaneye giremez.

Cemal Hüsnü TARAY
Milli Eğitim Bakanı

Atatürk vefat edeli 30 sene olmuştur. Bu müddet zarfında birçok şey değişmiştir. Ondan bugün Atatürk sağ olsaydı ne düşünürdü, nasıl kararlar alırdı diye bir mütalâa serd etmek güçtür. Yalnız Atatürk'ün pek iyi bildiğim bazı prensip ve düşünceleri vardır ki, bunların hiçbir zaman değişmeyeceğine eminim.

Bu prensiplerin ışığında bazı tahminler yürütebilirim.

Atatürk her şeyden evvel milliyetçi idi. Vatanına sonsuz bir sevgisi ve güveni vardı. Türk Milleti'nin her sahada başarı göstereceğine emindi.

Türk Milleti'ni Garb Medeniyeti'nin en yüksek seviyesine ulaştırmak en büyük gayelerinden biriydi.

Bu gayeye ulaşabilmek için, bilhassa Türk gençliğine güvenir, ilim ve irfan yolunda yürümesini, en yüksek fikir ve idealleri benimsemesini isterdi.

Uluslararası münasebetlerde, her millet için istiklâl ve hürriyetin esas olduğuna, bunun her milletçe korunması lüzmuna kaniydi. Saldırgan bir politikayı asla tasvip etmezdi. (Yurtta Sulh, Cihanda Sulh) vecizesi en samimi düşüncelerinden biriydi.

Şimdi gelelim suallerimize:

1- Eğer Atatürk sağ olsaydı, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki bloklaşmada, şüphesiz batı hürriyet cephesini seçerdi. Yalnız diğer komşu devletlerle de, hiçbir taviz vermeden, iyi münasebetler idame ettirirdi.

2- İkinci sualimize gelince:

Atatürk, memleketin müdafaası için kendi milletinden başka kimseye güvenmezdi. İstiklâl Savaşı'nı yaptığı zaman, pek üstün kuvvetlere karşı, yalnız öz vatanının gücüyle savaştı ve muvaffak oldu. Rusya'nın bizden Boğazlarda üs ve üç vilayetimizi geri istemesini en kat'i bir şekilde derhal red ederdi. Amerika'nın dostluğunu ve yardımını herhalde kabul ederdi; yalnız buna karşılık en ufak bir tavizde bulunmazdı.

3- İç politikada, Atatürk demokrasiye taraftardı. Memlekette demokratik rejimin yerleşmesini çok arzu ederdi. Nitekim, hayatında birkaç deneme yapmıştı. Fakat henüz erken olduğunu görmüş, zamanını beklemeye karar vermişti. Şimdi hayatta olsaydı iç politikası herhalde çok partili demokratik rejim olacaktır.

Atatürk'ün iç politikada çok önem verdiği ve üstünde hassasiyetle durduğu bir nokta da gericilikti. Türk Milleti'ni medeniyet, ilim ve terakki yollarında engelleyecek her türlü gerici hareketlere şiddetle muhalifti.

Asım GÜNDÜZ
Genelkurmay II. Başkanı

Türk Milleti'nin millî şeref ve haysiyetini ayaklar altına alınmasını isteyen betbahtların, bu arzularını ayaklar altına alıp ezen, milletinin yüce millî şeref ve haysiyetini baştacı yapar Kemal Atatürk'tür.

Fethi BOLAYIR (1989)

1- Atatürk yaşasaydı, 2. Cihan Harbi çıkar mıydı, çıkmaz mıydı? İlk önce bunun münakaşası gerek... Buna karar vermenin ne çok güç olduğuna inanıyorum.

Amma Atatürk, Birleşmiş Milletlere girerdi. Ve yine fikrime göre, gerek NATO, gerekse Varşova Paktları'nın birleştirilip bir "Birleşmiş Milletler Bölge Nizamı" kurulması için çalışırdı.

Atatürk prensibi için dünya barışı esastır. Türkiye barışı olamaz. Dünya barışını sağlıyabilmek için NATO devletleri ve Varşova Devletleri arasında (hem o devletlerin birbirlerine karşı, hem de bölge dışında emniyeti sağlayan) bir otrak dünya (ben buna Kuzey Atlantik Bölge Nizamı diyorum) tesisine çalışırdı. Fakat bu şimdilik mümkün olması uzak bir ihtimaldir.

Atatürk şunu söylerdi, bunu tarif ederdi diye cevap vermek yerine, Atatürk prensibinden mülhem olarak diyorum ki Kuzey Atlantik Bölge Nizamı kurulması, Atatürkçülüğe en uygun olanıdır. Bu nizamda NATO ve Varşova Paktları'nın birleştirilerek bölge nizamı haline getirilmesi ile olur.

İnkılâplardan taviz vermiyeceği de bir gerçektir. Gericilik konusuna gelince; eğer gericilik Şark isyanı gibi büyürse icabında kökünden yok edilebilir. Ama Atatürk 5-10 geveze için Türk Milleti'nin rahatını ve huzurunu kaçırmazdı. Zaruret elverirse en şiddetlisini tatbik etmekten kaçınmazdı.

Atatürk'ü yaptığı işlerden anlamaya çalışmalıyız. O'nu şu üç şeyden öğrenmeğe gayret etmeliyiz.

1- Söylediği sözlerden,
2- Yazdığı yazılardan,
3- Yaptığı büyük işlerden,

O vakit rivayetlere ihtiyaç kalmaz. Hele Atatürk'ü kendi anlayışına göre nakledenlere ise, hiç ama hiç ihtiyaç kalmaz. Çünkü günümüzde naklî işe değil, işe ihtiyaç duyulmaktadır.

Meselâ Birleşmiş Milletler, Atatürk'ün arzusuna yakın bir teşkilâttır. Yakın diyorum. Çünkü orada da şartlar eşit değildir. Rusya ve Amerika gibi ülkelerin "Veto" denilen bir imtiyaz hakkı vardır. Ama inkişaf ederse belki Atatürk'ün arzularına uygun bir teşkilât olabilir.

Atatürk'ün Batı Blokunda yer alıp, komşularıyla da iyi münasebetler tesis etmeye çalışabileceğini ifade edebiliriz.

Unutmamak gerekir ki, Atatürk için daima hürriyet ve eşitlik ön plânda gelirdi.

2- Bu sorunuza cevap verebilmek için kendimi Atatürk namına yetkili göremiyorum. Fakat komşularımızla iyi geçinmek için Amme ittifakını belki yapabilirdi. Unutmamak gerekir ki; NATO gibi bir teşkilâtı kurmak isteyen ve ilk fikri veren İngiliz İşçi Partisi Dışişleri Bakanıdır. Aynı Dışişleri Bakanı, bir konferansta Rus Dışişleri Bakanı Molotov'a bir anlaşmazlık karşısında, nasırlı ellerini uzatarak: "İşte amele eli böyle olur, uzak bakayım ellerini göreyim" diyen bir amele milletvekiliydi.

3- Yurtta sulh, memlekette parçalanmayacak birlik muhafaza edilerek, hürriyet ve eşitlik nizamı adım adım tatbikat bularak, kalkınma ve sosyal adaletle beraber gelişecektir.

Tevfik Rüştü ARAS
Dışişleri Bakanı

1- Gayet tabiî hürriyet cephesini seçerdi. Sosyalistler, Atatürk'ün zamanında bize Rusya'nın yardım ettiğini söyleyerek, o cephede göstermek istiyorlar. Halbuki bu tamamen yanlıştır. Bir tarihi olayın içyüzüne dayanarak ifade ediyorum. Kurtuluş savaşı'nın en buhranlı günlerinde Atatürk ilk yardımı Lenin'den görmüş değildir. Bu yardımı Çarlık idaresinde bir emirlik iken 1917 Bolşevik ihtilâlinde Cumhuriyet olan Buhara devleti tarafından görmüştür. Buhara'da Cumhuriyet kurulduktan, sonra Cumhurbaşkanlığına Emir Osman Kocaoğlu getirilmişti.

1919'da Millî bir harekâtın başladığı, Buhara'da duyulunca Buhara Cumhuriyeti Anadolu'ya yardım etmek için çırpındığı halde yol olmadığı cihetle bir şey yapamıyordu. Buhara Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu, hem Anadolu'dan esaslı bir malumat edinmek, hem de Buhara Cumhuriyeti'nin Mustafa Kemâl Paşa'ya yapacağı yardımı nasıl yetiştirebileceğini görüşmek üzere Moskova'ya gidip Lenin'le temasa geçer. Lenin Türkiyeden Bekir Sami Bey namında murahhasın geldiğini ve Çiçerin'le bir görüşme yaptığını, Türkiye'nin yardım isteğini Osman Kocaoğlu'na anlatınca, Kocaoğlu Buhara Cumhuriyeti'nin hazinesinde Çarlar zamanından kalma külliyeti miktarda altın olduğunu ve altınlardan Türkiye'ye azami miktarda göndermek istediği halde yol bulamadığını Lenin'e anlatır.

Esasen Bolşevik ihtilâlini kabul etmiyenlerle kan ve ateş içinde mücadele eden ve çırpınan Lenin, Türkiye'ye yapılacak bu hizmetle Rusya'daki Türk ve Müslümanları Memnun edip kendi tarafına çekeceğini hesap ederek, Mustafa Kemâl'e Buhara Cumhuriyeti'nin gönderdiği altınları yetiştirir. Bu suretle Lenin, Rusya'daki Türk Müslümanların yardımını lehine sağlamış olur. Bu olayı aynen rahmetli Ali Fuat Cebesoy Paşa'dan da duymuştum. Bu işin bir cephesi. Gelelim Batı ile olan münasebetlerine ve Batı ile dostluk kurabileceğinin sebeplerine...

Rusya, Türkiye ile kurduğu iyi münasebetten manen olduğu kadar, maddeten de çok fayda görmüş olmakla beraber, huylu huyundan vazgeçmez kaidesine uyan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri, Türkiye hakkında tarihî emellerinin tahakkuku içinde imkân ve fırsat aramakta idi. Nitekim bunun başında Türkiye'yi Rusya haritasında göstermiş olmaları gerekir.

Her sahada üstün bir varlık olduğunu bütün dünyaya telkin ve kabul ettirmiş olan Aziz Atatürk, Türkiye için Çarlık idaresinden daha tehlikeli gördüğü Rusya ile düşman olmamağa azami dikkat etmekle beraber, 1924'ten sonra Batı ve Amerika ile dostluk kurmayı Türkiye'nin emniyeti bakımından çok lüzumlu görmüşlerdi. Atatürk bu sebeple, zekâ ve dirayetini takdir ettiği sayın Dr. Tevfik Rüştü Aras'ı Hariciye Vekilliğine getirmişti. Sayın Aras, Atatürk'ün emir ve arzularını yerine getirmek için geceyi gündüze katarak ülkeden ülkeye koştu, dostluklar kurup anlaşmalar yapıp anlaşmalar akdetti. Balkan İttifakı, Sâdabat Paktı, Hatay Anlaşması bu cümledendir.

2- Amerika ile ittifakı fevkâlâde karşılardı. Rusların bizden taleplerde bulunması da şöyle olmuştu: Kafkasya'ya geçmek isteyen Alman ordularına biz müsaade vermemiştik. Ruslar bunun minnetdarlığını gerek resmi gereksi umumî mahiyette ifade ettikleri halde, harb biter bitmez galibiyetin gururu içinde gözleri dönen Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği, bizden eski anlaşmaları da hiçe sayarak, Boğazlarda üs, Kars, Ardahan ve Artvin'i istedi. Türk cengâverliğinin icabı olarak bu teklife "hayır" dedik. Kuzey komşumuzun tehditleri altında bunalmakta iken, bugün solcuların ve sosyalistlerin (Go-Home) dedikleri, "Amerika'nın Cumhurbaşkanı Truman'ın" Türkiye'ye tecavüzün, Amerika'ya tecavüz olacağı"nı bildirmesi üzerine nefes aldık.

Bu bakımdan Amerika ile ittifak etmeyi, Atatürk makul görürdü. Nitekim 1924'ten itibaren de Batı ve Amerika ile dostluk ve anlaşma yolunu ihtiyar buyurmuşlardır.

3- Eğer Atatürk yaşasaydı, bugünkü iç politika çekişmelerini asla tasvip etmezdi. Sağa ve sola katiyyen taviz vermezdi.

O yüce insanın gayesi millî birlik, beraberlik sulh ve sükûn içinde memleketin kalkınmasıydı.

Şimdi şöyle bir panoroma yapalım. Dolmabahçe rıhtımında nümayiş yapılır kime? Dost ve müttefik donanmasına mı? Zinhar. Ya namuslu Dolmabahçe'ye çevrilmiş müstevli donanmasına karşı, ya da düşmanımıza karşı yapılır. Yoksa dost ve müttefiklere karşı yapılan nümayiş düpedüz küstahlık ve tecavüzdür.

Mabetlerde namaz kılınır, ibadet yapılır amma politika namazı asla kılınmaz. Nasıl ki, vatanın milletin varlığını korumakla mükellef olan orduya politika sokmak hıyanet ise, camilere ve hattâ ilim müesseseleri olan mekteplere de politika sokmak hıyanettir...

Atatürk eğer sağ olsaydı, bu gibi olaylara karşı kesin tedbirler almakta asla tereddüt etmezdi. O tek kelimeyle millet için inandığını yapan insandı.

Tayfur SÖKMEN
Hatay Cumhurbaşkanı

Atatürk, görünüşte, narin, ince yapılı olduğu halde çok kuvvetli ve dayanıklı bir bünyeye sahipti. Gerek muharebetler esnasında, gerek bunun haricinde uzviyeti, ağır yüklere maruz kalmıştı. Çanakkale harbinden sonra böbreklerinden, İstiklâl Savaşı'ndan sonra kalbinden rahatsızlaşmış, fakat bilâhare bu uzuvlarından şikayet edecek bir hali görülmemişti. Ölümünü intac eden siroz hastalığı esnasında kalbinin kuvveti bu hastalığa mukavemetini uzatmıştır. Maddi ve uzvî acılara tahammülünün bir misâli, Sakarya muharebesi esnasında attan düşüp kaburga kemikleri kırıldığı halde muharebe meydanını terk etmemesinde görülür. Uzun saatler konuşması, münakaşayı sevdiği için yorulmadan fikir teatisinde bulunabilmesi uzviyetinin, bilhassa sinir sisteminin ve dimağının kuvvetine delâlet eder.

Şeklen güzel ve çehresi çok mânalı olan Atatürk, psikoloji bakımından bariz vasfını, hür ve müstakil bir karakterde oluşunda gösterir. Çocukluğundan ölümü anına kadar bu istiklâl meylini bir an terk etmemiştir. Bu itibarla müstakil Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşunda, kurucusunun şahsi karakterine Türk Milleti'nin minneti ve borcu büyüktür. Pek çok fertlerde İstiklâl meyli, onları bencil ve çekingen yaptığı, hatta münzevi bir hayata sürüklediği halde Atatürk'ün diğer bir vasfı olan cemiyet ve kalabalık sevgisi; kendisini halkçı, milliyetçi ve insaniyetçi yapmıştır. Türk oluşunu ve Türk cemiyetine bütün mazisi, hali ve istikbaliyle bağlanışını kendisi için büyük bir saadet kaynağı bilmesi; bu duygunun zeval bulmaz bir eseridir. Atatürk'ün bütün müstakbel Türk nesillerine kalacak en kuvvetli nasihat ve vasiyeti şu sözde toplanır:

"Ne mutlu Türk'üm diyene!.."

Atatürk, Türklerin millî kahramanıdır. Omuzlarında taşıdığı askerlik işaretlerinin en küçük rütbesinden başlıyarak ve derece derece baş olup yükselerek, Trablusgarp'ta, İstanbul'un kapısı Çanakkale'de, Filistin ve Doğu cephelerinde, nihayet kendisinin önderi olduğu İstiklâl Mücadelesi'nde, daima muzaffer bir kumandan sıfatıyla düşmanla döğüşmüştür. Atatürk, küçük rütbeli subaylığından başlıyarak Türk ordularının başkumandanlığında bulunduğu zamanlar dahil olmak üzere, bütün askerlik hayatında daima komuta ettiği kuvvetleri başarıya götürecek ihtimallerin en kesinini, her tehlikeyi göze alarak ve herşeye rağmen ihtiyar etmekte tereddüt etmemiştir. Başkaları için başarısızlıklar doğuracağı zannını veren bu cüretli kararlara teşebbüste çok kere en büyük mesûliyeti tek başına üzerine almaktan çekinmemiştir. Fakat bunda harikulâde bir cesaretle, itinalı bir düşme, hesaplama ve ihtiyatın hissesi büyüktür. O'nun askerlik dehâsı bu iki zıt kabiliyeti birleştirmesindendir.

Kahramanlığını, şahsi ihtiraslardan kurtaran sıfatı ise, vatanseverliğidir. En büyük hizmetler ve gayretlerle haklı olarak kazanmış olduğu rütbeleri söküp bir "ferd-i millet" sıfatıyla İstiklâl Mücadelesine girişmesi; ondaki vatan ve millet sevgisinin üstünlüğü, bu uğurda fedâ etmiyeceği hiçbir şeyin bulunmadığını isbat etmiştir. Hayatının son yıllarında Hatay meselesinde aldığı iradeli ve hareketli durum, bu vasfın onda ölümüne kadar devam ettiğini gösterir.

Onun kahramanlığını ve yurtseverliğini, yalnız muharebe meydanlarında değil, millet kürsülerinde de gördük. En sıkıntılı ve çapraşık zamanlarda halk arasına karışmaktan çekinmeyen, millet kürsüsüne atılmaktan kendini alamıyan Atatürk; hareketleri kadar sözleri ile de, Türk tarihinin şerefli kahramanlarından biri olmuştur.

Atatürk, en geniş mânasında bir cemiyet değiştirici, islâhatçı ve inkılâpçıdır. Gerçekçi bir görüş ve düşünüş kudretine gereği gibi sahip olan Atatürk; içinde çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği Osmanlı Cemiyeti'nin ne olduğunu çok iyi görmüştür. Müstakil Türkiye Devleti'nin kuruluşundan sonra medeniyette ilerlememize asırlarca engel olan bu kurumlar ve kıymetlere, ruhundaki engin mücadele kudret ile taarruz etmiştir. Saltanatın ilgası, hilâfetin kaldırılması, medenî kanunun kabulü, medrese ve tekkelerin kapatılması, harf inkılâbı, serpuş değişmesi ve kisve meselesi, kadın erkek eşitliği; içine girdiğimiz büyük reform hareketinin birer önemli ve ünlü safhasıdır. Teferruatı üstünde durulmayarak esasıyla mütalâ edilmesi gereken, millî dil ve millî tarih hareketleri ise "Yeniden doğma" Renaisance hareketlerimizin başlangıç safhalarıdır. Millî karekterimizi daima mahfuz tutarak Garplı bir cemiyet olmamızda toplanan bu inkılâpçılık ruhunun ülküsü; Atatürk'ün vicdan ve idrâkında şu düsturla kendisini ifade etmiştir:

"Cemiyetimizi muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız."

Atatürk, bütün bu vasıfları ve hareketleri ile ülküsünü gerçekleştirme yolunda dünya tarihinde benzeri nadir görülebilen diplomatlardan biri olmuştur. Ondaki inandırma kuvveti, şahsiyetinin çekici tesiri, yalnız dostlarını değil, düşmanlarını bile, kendine hayran etmesinde, hattâ bağlıyabilmesinde açık olarak görülür. Karar aldıktan sonraki hareketlerinde iradeli ve azimli görünüşüne rağmen neticeyi elde etmekte gösterdiği zekâ ve intibak kabiliyeti, onun diplomatlıktaki başarısının ve üstünlüğünün delilidir. Muharebede maharetli bir komutanın taktiklerini, Atatürk'ün dış ve iç siyaset meselelerini halletmesinde bütün inceliğiyle görmemek kabil değildir. Bu mücadeleci ve harb meydanlarının döğüşçü insanından "Yurtta sulh, cihanda sulh...." düsturunu işitebilmek için, onun ruhuna ne kadar asil ve anlayışlı bir duygu, zekâsında ne kadar uzağı gören bir kudret bulunmalıdır?

Atatürk, her şeyiyle büyük bir insandı. Tarih onu, Türk Milleti'nin en ünlü evlâtlarından ve insanlığın en haklı şereflerinden biri sayacaktır.

İslam Ansiklopedisi, "Atatürk"
Özel Sayısı

Dimdik, erkek yapılı bir vücut, şaşmaz bir vakar, geniş alnında birkaç keskin çizgi, çoğu defa ciddî ve sert; insanı teslim alıcı bir çift çelik mavisi gözün; sarı, mavi yeşil ışıklarla aydınlattığı yüz...

Sakin durmayan gür âhenkli kaşlar, bir heykel güzelliği taşıyan narin eller, fikirler kaynağı efsanevi bir baş ki yanardağlar zirvesi gibi taşıdığı ateşe lâkayt....

Derisi açık renkli ve güneşten yanmış... elmacık kemikleri tunç sertliği ile çıkkın... vücudu kurulmuş yay gibi her an harekete hazır, ağzının temiz kesilmiş çizgisi ve çenesi kararlarının kesinliğini göstermekte.

Saçının rengine uygun ve aynı madendenmiş gibi çınlayan altın sesiyle konuşurdu. Konuştuğu zaman güzel, söylediği zaman çok güzel, anlattığı zaman fevkalâde güzeldi.

Saçının rengine uygun ve aynı madendenmiş gibi çınlayan altın sesiyle konuşurdu. Konuştuğu zaman güzel, söylediği zaman çok güzel, anlattığı zaman fevkalâde güzeldi.

Hissiyatı konuşurken değil, susarken kendini gösterirdi. Berrak bir hâfıza, müthiş bir dikkat melekesine sahipti. Muhteşem iradesi, temkinli bir cesaretle süslüydü.

Kapalı bir gök altında, tamamen kapalı bir gecede, bir yıldırım ışığında nasıl birdenbire bir denizin enginliğini seyretmek mümkün olursa, hiddet anında da onun ruhundaki enginliği seyretmek mümkündü.

Millî mücadelenin en sıkışık zamanlarında, bu mücadele ruhunda şahlanmış Birinci Büyük Millet Meclisi kürsüsünden bazı soysuzları kasdederek "Efendiler! İçinizde namussuzlar var!" diye kükrediği ve yine İkinci Meclis'de Saltanat ilgası görüşülürken, ileri geri konuşanlar karşısında sabrı tükenerek kürsüye çıkıp tabiat kuvvetleri gibi önüne geçilmez bir heybetle".... yoksa bunu anlamıyanların kafası kesilir!.... dediği zaman sararmış yüzünde bu hiddet anı görülebilirdi.

Türkiye aleyhinde dünyanın en uzak bir köşesinden akseden bir söze, çizgilenen bir harekete; yahut yurt içinde en hafif bir huzursuzluğa karşı kendisini öylece tetikte tutup hücuma hazırlanır ve tam zamanında pençesini atmak fırsatını kaçırmazdı. Onun, normal zamanlarda insanı okşamak arzusunu veren ipek gibi sarışın saçları birdenbire yelelenir, lacivert gözlerine bir madenî parıltı gelir, yüzünün çizgileri sertleşir ve ağzı bir hançer misali keskinleşirdi.

Derin, mütekâsif düşünceli olup hayali değildi. İstediğini bilir, bildiğini yapar, yapamıyacağı birşeyi de istemezdi.

Kibirsizdi. Gösterişi sevmez, övünmesini bilmezdi.

Hatipti; mevzuuna kolayca intibak eder, çoğu defa irticalen konuşurdu. Madenî büyülü sesi, ruha görünmez bir kanat füsunu ile girerek insanı içinden yukarılara kaldırır, cümlelerini bitirdikten sonra da gözleri ile sesini devam ettirirdi. Fazla jest yapmazdı, yalnız bir parmağını uzattığı zaman şimşekli bir satır konuşuyor sanılırdı.

Ansızın ilmî ve siyasî dolaşık mevzular karşısında kalınca, emniyet ve hâkimiyetle konuşmak onun sanatıydı.

Tarihten söz açılıp izahat verirken sesi çelikleşir, bir tunç külçesinin granite çarpışını andıran tok bir seda çıkarırdı.

Türk Milletine mensup olmak ve ona hizmet etmekle iftihar eder, en büyük saygıyı milletine ve meclisine gösterir, alev gibi parlayan vatan sevgisiyle "Ne Mutlu Türküm Diyene" dediği anda sesi gök gürültüsünü andırırdı.

Bir konuşmasında, fena ruhlu ve geri kafalı adamların atabilecekleri menfi bir adamı kasdederek "Benim ve benimle hemfikir arkadaşların yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir. Sizlere bunun da fevkinde bir söz söyleyeyim; farzumuhâl bunu temin edecek kanunlar olmasa, bunu temin edecek meclis olmasa, öyle menfi adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben yalnız kalsam onları yine tepeler ve yine öldürürüm!" Bu anlarda o, artık bir hatip değil, bir infilâktı.

Millî menfaatleri sınıf, din ve şahıs kaprislerine kaptırmak için otoriterdi. Kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmederdi."

Kemal ARIBURNU