Türk halk oyunları yurdumuzun dört bir yanında, köyünde kentinde, genç-yaşlı
ayırımına bakılmaksızın insanlarımızın tümünün birlikte katıldığı; coşkuyla,
sevgiyle, heyecanla oynadığı oyunlardır. Her bir yerleşme merkezinin ortaya
koyduğu bir halk kültürü dalıdır. Oralarda yaşayan insanların eseridir,
atalarından öyle görmüşlerdir ve hemen hemen aynı figürlerle bu oyunları
uygularlar. Oyunu ilk kez kimin düzenlediği, ne zaman bir halk oyunu olarak
hangi ortamda o oyuna can verdiğini hemen hemen hiç kimse bilemez. Dolayısıyla
yaratıcının adı-sanı unutulmuş, halk tarafından benimsenmiş ve özel günlerde
eskiden
beri taşıya geldiği çizgilerle oynandığı için, artık anonimlik özelliğini
kazanmıştır ve böyle olduğundan genel folklorun bir dalı olmuştur.
Tarihin en eski dönemlerinde dinî inanışlar, büyüsel işlemler, doğayı taklit vb. sebeplerle insanların birtakım hareketler yapması, zamanla bu hareketlere müzik, ritim, ses gibi öğelerin katılması, bir halk eğlencesi türündeki bu olayın gelişmesini ve yaygınlaşmasını sağlamıştır. Daha sonraki yüzyıllarda halk oyunları kendi iç ve dış yapısındaki gelişmelerini sürdürmüş, nihayet günümüzde sanat endişesi, estetik kaygı, iletişim sağlama, içinde bulunulan durumu daha iyi vurgulama vb. düşüncelerle renklendirilip sergilenir olmuştur.
Türkiye’nin birbirinden çok farklı coğrafyaya ve mevsim değişikliklerine
sahip bulunması, bu bölgelerde yaşayan kişilerin hem halk kültürüne ve hem de bu
engin kültürün bir alt dalı olan halk oyunlarına yansımıştır. Çevrelerinde
gördükleri dağları taklit edercesine birbirine omzunu veya sırtını dayayanlar,
el ele, kol kola girip sağa-sola yaylananlar böylece hem yerlerinden
yurtlarından kopmamayı, hem de komşusuyla, eşiyle, dostuyla, akrabasıyla
birlikte bulunup o topluluğun vazgeçilmez bir parçası olduğunu herkese ilân
eder... Bu sıkışık düzenin zaman zaman aralanmasına, oyuncuların birbirinden
bağımsız gibi hareket etmesine baktığımızda, o oyunların doğuş yerlerinin daha
geniş bir alan olduğunu, dağların yerini ovaların aldığını görürüz. Söz gelimi,
Sivas, Erzurum, Van, Bitlis, Kars, Hakkari, Şanlıurfa, Gaziantep vb. illerimizin
halk oyunları işte böyle sıkı bir birliktelik, beraberlik, yardımlaşma ve
dayanışmayı ortaya koyar. Orta Anadolu’daki oyun türlerine göz attığımızda ise,
bu sıklığın biraz daha gevşediğini, oyun esnasında bile oyuncuların zaman zaman
kendi yeteneklerini ekip gösterisinden daha da ileri çıkardıklarını görmekteyiz.
Ege’nin zeybek oyunları içinde bir-iki oyunu dışarıda tutarsak, Türk halk
oyunlarına toplumun bütün bireylerinin katılabileceğini söylememiz yanlış olmaz.
Halk oyunlarında var olan hareket öğesini başka bir güzellik içine sokan
özellikler arasında giysiler ve takılar ön plâna çıkar. Yaşadıkları coğrafyada
doğanın bütün verimkârlığıyla kendini gösteren zengin bitki örtüsünün farkına
varan insanlar, bu renkli dünyayı taklit etmiş, giysi ve takılarında onları
örnek olarak almışlardır. Başındaki oyalı yazmasından sırtındaki yeleğe veya
yağlığına, çarığından çorabına, kasketinden şalvarına kadar bütün giyeceklerin
üzerinde bu renkli doğanın güzelliklerini görmek mümkündür.
Halk oyunlarında kullanılan araç ve gereçler de yöreden yöreye değişiklikler
gösterir. İnsanların o bölgedeki tutum ve davranışları halk oyunlarını da
etkiler. Geçimsizlikler, kavgalar, savaşlar, vahşi hayvanların saldırısına karşı
koyma vb. sebepler insanların bazı araç-gerece sahip bulunmasını mecburî kılar.
Bıçak, kama, tüfek, tabanca veya yalnızca kalın bir sopa bile, bu kendini
savunma düşüncesiyle insanların yararlandığı birer araç haline dönüşür. Halk
oyunlarının doğayı taklit etme öğesinden başka, işte bu tür kavga, savaş,
savunma sahnelerini de içinde bulundurması kaçınılmaz olur ve halk oyunu bu
araç-gereçlerle daha farklı bir anlatım kazanır. Özellikle birbirinden dil ve
kültür bakımından uzak kalmış olan toplulukların bir arada yaşamak zorunda
kaldıkları coğrafyalarda, oyunlarda bu tür araç-gerecin daha sık olarak
görüldüğünü söylememiz mümkündür. Doğayı sadece cansız varlıklardan ibaret
saymayan insanlarımızın, çevrelerinde gördükleri hayvanları da halk oyunlarına
konu olarak aldıklarını görü
yoruz. Avcılık ile birlikte yürütülen hayvancılık,
çeşitli halk oyunlarında ya hayvan adlarıyla, ya benzetme ve taklit olarak ya da
bazı ilişkilerin sembolleştirilmesi biçimiyle ortaya konur. Söz gelimi,
güvercin, horoz, kartal, kınalı keklik, kara kuzu, ördek, pisik (kedi), tavuk,
turna vb. hayvan adları, bölgeden bölgeye oyun türleri farklılaşsa bile,
yaşatılıp gitmektedir. Bunların önemi, şaman inançlarından kalma bazı özellikler
taşımasında yatmaktadır. Ayrıca birtakım özel yapılmış maskeler veya yüz yazma
(boyama), halk takviminin belirli dönemlerinin uygulanması veya belirli
ritüellerin bugün bile sunulması, özellikle kırsal kesimde daha farklı bir anlam
ve anlatım gücüne sahiptir.
Konusunu ait olduğu yörenin adından alan halk oyunları arasında, Sivas halayı, Balıkesir bengisi, Gerede zeybeği, Tonya kız sallaması vb. sayılabilir.
Gündelik yaşayışın çeşitli olayları ve uygulamalar da halk oyunlarına ad
oluşturmuştur. Söz gelimi, Arabacı, Gemici, Kasap, Eşkıya, Kasnakçı, Oduncu vb.
oyunlar değişik iş kollarını ve toplumumuzdaki farklı oluşumları, meslekleri
göstermesi bakımından dikkatleri üzerlerine çeker.
Ayrıca sayı adlarıyla anılan oyunlar vardır: İki Ayak, Üç Ayak, Dört Ayak, Dokuzlu, Yarım Çardak, İkili, İki Parmak zeybeği vb.
Kişi adlarıyla yurdun dört bir bucağındaki halk oyunlarına örnek olarak şunları verebiliriz: Ayşe Bengi oyunu, Koca Arap, Ata barı, Kamil Bey, Şeyh Şamil, Temur veya Timur Ağa, Hasan Paşa, Haççam zeybeği, Sinanoğlu zeybeği, Hanım Ayşe vb.
Halk oyunlarımızın en yaygın türü halaylardır. İç Ege bölgesinden başlayıp
doğuya doğru gidildikçe hemen hemen bütün iller halayla tanışmıştır ve tabir
yerindeyse, "halay çekmek" onların işi olmuştur. Özellikle davul-zurna eşliğinde
ve açık havada, geniş alanlardaki halaylar, daha çok erkekler tarafından
oynanırlar. Ancak zamanla bu katı kural kırılmış, kadınlar da ya kendi
aralarında ya da erkeklerle karışık olarak halay çekmeye başlamışlardır. Aslında
kadınlarımız başlangıçta daha ziyade kapalı mekânlarda, sesleri daha az ve
ölçülü çıkan tahta kaşıklar, ziller, tefler, darbukalar ve diğer araçlarla
türküler de söyleyerek halay çekmişler, birlikteliklerini pekiştirmişlerdir.
Daha sonraları bu birlikteliğin ev dışında da sürdürüldüğü, hatta erkeklerle
beraber olup dayanışma, yardımlaşma ve paylaşma duygu ve düşüncelerini halaylar
aracılığıyla yansıttıklarını görüyoruz. Böylece onlar kendilerinden sonra
gelecek kuşaklara toplum hayatında nerede, nasıl davranacağını da ortaya çıkıp
göstermişlerdir.
Halk oyunlarında çeşitli araç-gereç kullanılır. Söz gelimi, ateş bir yandan
kutsal olma düşüncesini sergilerken, diğer yandan hastalıkları iyileştirme
işlevi de üstlenmiştir. Hastalığın sebebini veya kötü ruhların yapacağı
olumsuzlukları ortadan kaldırabilmek amacıyla insanlar, yanan ot, odun veya
çaputlar üzerinden hızla karşı tarafa atlayarak, bu şamanist dönemden kalma
inançlarını pekiştirirler. Adıyaman’daki Simsimi oyunu, Ankara’da Sin-Sin,
Eflani-Zonguldak’ta Gavur oyunu adıyla karşımıza çıkar.
Doğu Karadeniz bölgesinde bulduğumuz horon türü halk oyunları, daha çok kemençe ile oynanır. Horon da halay gibi, oyuncuların bir dizi, sıra oluşturmasıyla gerçekleştirilir.
Horon oynayan insanların da doğadaki olaylara bakıp onları az-çok taklit
ettiği, zorlu hayat şartlarıyla başa çıkabilmek için tehlikel
eri
göze aldığı bilinir. Doğu Karadeniz insanları için bu zorlukların altından
kalkmak şarttır. Denizdeyse azgın, kabarmış dalgalarla boğuşur, en yüksek
noktadan en aşağı noktaya iniverir. Gökyüzünün karalığı, bulutların koyuluğu dalgalara yansır ve
deniz adı gibi kapkara kesilir. En dipten tekrar yukarıya çıkılır derken nihayet
sahile, sakin ve küçük dalgacıkların kıyı kumlarını öpüp okşadığı son noktaya
varılır. Horonlarda da bu hareketli yaşayışın izlerini kolayca görebiliriz.
Birbirine sımsıkı bağlanarak kendilerini nispeten güvenceye almış olanlar, sert
ayak figürleriyle toprağı ot bitmeyecekmişçesine döverken, yavaşça durulur,
sakin sakin kol ve omuz sallamalarla dinginleşir gibi olurken yine birden
fırtınaya ayak uydururcasına şimşek çakar gibi yerlerinden fırlayıp zıplarlar,
yeri göğü toza dumana boğarlar. Horon tepilen yerde bunun için yedi yıl ot
bitmezmiş...
Zaman zaman oyuncuların oyunlarına eşlik eden türküler de söylendiği görülür.
Özellikle yaylalara göç döneminin başında veya yayla
dan dönüş yolunda, yolun
uzunluğu ve verdiği yorgunluğu unutabilmek amacıyla bu tür türküler söylenir;
hatta giden ekipler arasında karşılıklı türkü veya mâni atmalar, takılmalar bazı
niyetleri açığa çıkarmalar biçiminde yorumlanır, gelecek için neler plânlandığı
da ortaya konmuş olur. Kemençe sesini duyan herkesin horona katılmayı bir görev
sayması dolayısıyla, Doğu Karadeniz bölgesinde yaşayan insanlarımızın, horondaki
sert ve haşin tavırlarından hemen sonra, sessiz ve yumuşak bir hâl almalarının,
kendi karakteristik yapısının oluşmasında önemli bir rol oynadığı bilinmektedir.
Türkiye’deki halk oyunlarının en yaygın olanlarından biri de zeybek türü oyunlardır. Kelimenin kullanıldığı bölgelere bakarsak, sadece Batı Anadolu’da değil, İç Anadolu’da ve hatta diğer Türk topluluklarının yaşadığı Orta Asya topraklarında da zeybek türünün oynandığını görüyoruz.
Zeybekler bir efenin yönetiminde ovadan ovaya, dağdan dağa gezen, yoksulları
gözetip yörede belirli bir otoriteye sahip olan, genellikle zalimlere veya
sonradan görme zenginlere göz açtırmayan, zaman zaman işlediği bir suç yüzünden
hapse girmeden dağlara kaçan, yönetime ters düşmüş insanlardır. Efeler ise
yanına gelen, kendisine sığınan diğer zeybeklere yol, yöntem öğreten, onları
eğiten, yerine göre akıl verip anlaşmazlıkları çözen bir kimlik içinde
görünmüşlerdir.
Zeybeklerin yaşayışları çok hareketlidir. Çok kısa bir süre içinde
kilometrelerce uzaklara gidip takipten kurtulabilirler. Ancak bu hareketli geçen
yaşayışları içinde, zaman zaman coşkuya, heyecana ve özleme kapıldıklarını; yer
yer hareketli, yer yer ağır ve asaletini ortaya koyan duruş ye adımlarla örülmüş
bir oyuna kalktıklarını biliyoruz. Bu oyun sırasında ses tonlarıyla,
hareketleriyle ve hatta mimikleriyle çevrelerinde saygı ve hayranlık duygularını
canlandırırlar. Zaten efe veya onun zeybekleri hırsızlığa, yağmacılığa,
adaletsizliğe ve şımarıklığa asla izin vermez; bunları hiç hoş karşılamaz. Hele
de namusa dil ve el uzatanları derhal topluluğundan atar ve cezasını gerekirse
kendisi verir.
Oyunlarında çalınan enstrümanlar arasında bağlamaları, curaları, açık havada
ise davul ile zurna birlikteliğini görürüz. Kapalı mekânlarda ise darbuka, tef
veya zilli maşa da kullanılır. Geçen yüzyılın başından itibaren klârnetin de yer
yer oyunlarda kullanılması, bu bölgenin Batı kökenli sazlara karşı olan
eğilimini kanıtlamaktadır.
Zeybek oyunları, oyunu ilk kez düzenleyip ortaya koyanın adıyla da
anılmaktadır. Söz gelimi, Aydın yöresinde Kadıoğlu, Koca Arap, Yörük Ali;
Denizli yöresinde Kerimoğlu, İbrahim Usta zeybeği; İzmir ve çevresinde İnce
Memet, Sinan Ağa zeybeği, Kütahya’da Sinanoğlu, Hamamcı ve Ahmet Bey zeybeği bu
türden sayılabilir. Ayrıca ait olduğu yerin adıyla anılan birçok zeybek oyunu
vardır.
Zeybek giyim-kuşamı da zengin bir görünüm içindedir. Hareketlerinin çabuk
olması mecburiyeti, onların canlı, atak ve çevik olmalarını engellemeyen bir
giysiye sahip bulunmalarını gerektirir. Yürüyüşte zorluk çıkarmayan kısa
şalvarlar giyen zeybeklerin bu giysisi diz üstünde kalır. Maviye yakın tonlar,
koyu mavi, kara tercih edilen renklerdir. Bacaklar tozluk ile örtülmüştür. Kalın
tozluklar çalılık, dikenlik ve koruluk yerlerden hızla geçerken ayakları çizik
ve sıyrıklardan korur. Bazen efelerin körüklü çizme giydiği olursa da en yaygın
olan çarık veya yemenidir. Yemenilerin renkleri arasında, en sevilip tutulan
renk kırmızıdır. Çizmeler ise siyahtır.
Zeybeklerin üst giysileri de çok renklidir. Başlarındaki fes veya börk,
bunların üstünde ipekten yapılmış ince, renkli, çiçekli oyalarla bezeli yemeni
veya poşular vardır. Soğuk havalarda ayrıca boyunlara işlemeli, uzun örgülerle
yapılmış püskülleri olan, ipekli kumaştan bir kefiye yerleştirilir. İnce
bürümcükten, pamukludan, ketenden yapılmış bir ten gömleği üzerine zıbın veya
işlik giyilir. Kolları uzun olup uçları yırtmaçlıdır. Yaka dik olup önü
düğmelidir. Yaka ve kumaş üzerine giyilen camadanın kolları çok ince süslerle ve
motiflerle bezenmiştir. Camadan üzerine de kartal kanadı adı verilen cepken
giyilir. Kanat adının verilmesine sebep, omuz hizasından itibaren sallama diye
bilinen parçaların açık ve hareketi kolaylaştıran biçimde olmasıdır.
Oyuncuların başı kimi yerlerde açık olmasına rağmen, birçok yerlerde de
örtülüdür. Erkek oyuncuların başlarını kapayan fes, külah, takke, puşi, şapka,
kasket vb. giysileri, bir kadın başı kadar süslü ve renkli değildir. Zeybek
bölgesinde görülen erkek başlarındaysa, rengarenk oyaların yer aldığı ve fesin
üzerine dolanan çevreler, yazmalar erkek giysisinin en gösterişli parçasıdır.
Genellikle iç giyimde görülen içlik, iç mintanı, işlik, ten gömleği, ak göynek vb. üst giysi parçası yakasız veya yarım, dik yakalı, uzun kollu, önü açık ancak düğmeli, el dokuması kumaştan, ince pamukludan açık renkli veya beyaz, krem bir parçadır. Ayağa giyilen şalvar çok değiştirilemeyen bir giysidir. Bazı yörelerde ağı uzun, paçaları geniş, uçkur yuvası basit motiflerle süslü olanlarını da bulmak mümkündür. Bitlis ve civarında görülen şal şepik, tamamen el dokuması ince, parlak ve çizgili kumaştan yapılır. Şalvar bölümüne şal denir ve neredeyse pantolon biçiminde bir kesimi vardır. Sırta giyilen şepik ise bir tür yelektir. Yelek rengi diğer bölgelerde de siyah veya laciverttir. Genel olarak yeleklerde ve bele sarılan kuşaklarda pek fark yoktur. Yeleklerin yakası geniş bir V çizer, önleri açık ve düğmelidir. Ön kanatlarda bulunan iki cep, köstekli saat ve zinciri, çakmak vb. bulundurmaya yarar. Kuşakların önemli bir bölümü renkli olarak dokunur veya örülür, uçlarına da püsküller yapılır. Kuşak üçgen biçiminde ikiye katlandıktan sonra, bu uzun püsküllü kısım ön tarafa gelecek şekilde, ucu bele sokulur. Deseni çizgilidir, ama renkleri çok çeşitlidir. Şal kuşak türü ise, daha ince, zarif ve gösterişlidir.
Erkek oyuncuların giyiminde çoraplar ayrı bir yer tutar. Türleri, motifleri ve örüldükleri malzemeleri aracılığıyla çorapların birbirlerinden ayrıldıkları görülür. Hemen her ilin, hatta her köyün çoraplarında yüzlerce değişik motif ve renk farkı dikkatleri üzerine çeker. Birçok yerde bu motiflerin yöre halkınca bilinen özel anlamlar yüklenmiş olması, çorapların değerini ve önemini bir kat daha artırır. Öyle ki örülen çorapta kullanılan türlerine bakarak, o kişinin statüsü, medenî durumu uzaktan belli edilmiş olur. Oyalarda görülen çeşitlilik, renklilik ve anlam yüklemelerini bu kez çoraplarda görebiliriz. Genellikle ince yün iplikle örülen çoraplar, bazı bölgelerde şalvarın veya pantolonun paçalarının kesimi dolayısıyla kendini daha çok belli eder.
Halk oyunlarının oyuncularındaki hareketliliği, rahatlığı, esnekliği ve estetik güzelliği hiç güçlük çıkarmadan ortaya koyacak olan giysi parçası, şüphesiz ayağa giyilen parçadır. Ayakkabının oyunlar boyunca, oyuncuya destek olması şarttır. Bu bakımdan ayağa giyilenler, ayrı bir değer ve önem kazanır. Halaylarda, barlarda ve diğer türlerde gördüğümüz çarık, yemeni, kundura, mest, kara lastik, papuç vb., doğa şartlarına uyması bakımından yerlerini çizme türü bir parçaya bırakırlar. Genellikle sarp kayalık, dikenli, çalılık ortamlardaki halk oyunlarında çizme, körüklü çizme, yahut kalın çorap üstüne çarıktan gelen sağlam kaytanlarla bağlı bir parça bu vahşi doğa şartlarıyla başa çıkabilmek için tercih edilmektedir.
Erkek giysilerini tamamlayan önemli aksesuarlar arasında ise, para kesesi, mendil, yağlık, pazubent, saat kösteği, hamaylı, muska, tabaka, silahlık, çevre, kama vb. saymak mümkündür.